11 Aralık 2010 Cumartesi

kahverengi gözler - 8

“Nefes aldığına şükretmek” diye bir şey var. Şimdi sıkı dur, bir başkasını daha söyleyeceğim: “Aldığın nefesi aynı şehrin gökyüzüne bırakabildiğine şükretmek.” Hayır, ben de önceden duymamıştım bunu, şimdi kaleme alıyorum zira. Düşündükçe dilim de, beynim de onaylıyor beni… Aynı şehrin gökyüzüne bakıyoruz sevgili, aynı şehrin topraklarında, aynı sabaha, alıştığımız o bin bir lanet ve zorlukla uyanıyoruz.


Benim şehrimdesin! Uyandığın benim sabahım. Benim sokaklarıma tükürüyor, benim şehrimin gökyüzünde süzülen bulutlardan akan damlalarda, benim yağmurumda ıslanıyorsun sevgili, tıpkı eskisi gibi. Bıraktığın gibi, kaldığımız yerden devam etmek ve hatta unutmamak için kenarını kıvırdığım, bitmesin diye her gün bir satır okuduğum ömrümün en güzel kitabını yatağın ucuna tepe takla attığım gün gibi, sen gibi, ben gibi sevgili. Tek bir toz bile ayaklanmadı gidişinde. Döneceğin, geleceğin tek aşikâr yanıydı zira. Bir gün gelecek, dönecek, benim şehrimde ölecektin. Öldün. Şimdi hayatımın geri kalan kısmını nasıl geçireceğimi düşünüyorum. Bu kez bildiğin gibi değil; salıncakta sallanırken o gıcırdayan paslanmış demirin kopmasından daha kötü. Daha yorgun, alacalı biraz da, sanki sen giderken kilitlenen kapının ardında gidişini izlerken buz tutan kalbim gibi. En kötüsü de, varlığını bilip yokluğuna katlanmak. Parçalanmak, dağılırken bile gidişinin izlerini toplamak.

Biliyor musun, istesen hala titretebilirsin ellerimi heyecandan. Güldüğüm senin sözlerin, baktığım gözlerin olabilir. El ele yürüdüğümüz o sokakta, ellerin ceplerinde geziyorsun şimdilerde. Karda kışta yürümeyi seversin sevgili, unuttum sanma.

Mevsim kışa vurduğunda daha bi özlüyorum seni. Ah! O Paris kokun hiç bitmiyor ki burnumda. Adın adımı yakıyor, tenin tenime değmeyeli aylar oldu, yıllar geliyor habersiz… Kaç olduk, dört mü? Eskidik işte iyiden iyiye. Nice yılları devirdik, omuz omuza kaç asır geçirdik sevgili. Sonsuz ve soluksuzca adını dilimde hissetmeyi diliyorum şimdilerde.



Ellerim diyorum. Üşüyorlar. Sensiz çok üşüyorum. Eldiven takmıyorum, sıcak kahve ve senin görmekten sıkıldığın kupa bardağımla yokluğuna katlanıyorum. Noele sadece yirmi gün kaldı. Yine kadehleri dolduracağım, kırmızı bitecek, beyaza geçeceğim hemen ardından. Bir beyaz yine kirlenecek, küflü bir nisan ayından arta kalan çiçek gibi tüten soba borularının eşliğinde, şehirlerim adımı adına yeniden ekleyecek. Sen sırtını duvara dayamış, yanında yatan bir başka teni tanımaya ve kavramaya çalışırken, ben gitmeden önce giydiğin kazağı avuçlayıp karın altına tutacağım. Islanacak sonra. Sesim yettiğince bağıracağım. Gözyaşlarım habersiz akacak benden. Çok zaman sonra fark edeceğim ki, giden sen değilmişsin. Yorganların içinde kaybolmuş vücudunu gördüğümde bayram havası olacak evimde. Gözlerin zihnime düşecek, ne vakit sonra delirdiğimi anlayacağım.

Hava soğuk. Dışarıda kar var muhtemelen. Ben yine sana döküyorum içimi. Fonda bizim şarkımız var. “Ayrıldığımızda dinleyelim” dediğimiz o küstah şarkı.

Gözlerin diyorum sevgili, gözlerin ne kadar yorgun. Sesin çatlamış. Toprakların kurumuş. Ellerin gitmiyor hiçbir şeye. Sayıklamaktan korkuyorsun geride bıraktığın geceleri. Kokun diyorum sevgili, en çok da kokunu özlüyorum. Aramızdaki uçurum gibi mesafe bir de, kolunu bilinçsizce omzuma atman falan. Geçen günleri, geçirdiğimiz ve hayal ettiğimiz günleri özlüyorum. Beyazın kirlenmediği, kırmızının akmadığı sabahlarda, uyanan tenine lanet eden o yorgun gözlerini, elaya çalan kahverengi gözlerini…

Ellerim diyorum sevgili, üşüyorlar. Ve sen istesen, hala titretebilirsin heyecandan. Sonra gözlerin tabii. Kahverengi gözlerini, Paris kokunu ve anlamadığım bir anda kolunu omzuma atmanı seviyorum. Dikkat et, seni değil, sensizliği dinliyorum şimdi.

Uyandığın benim sabahım, uyumaktan çekindiğin benim yatağım. Elinin değdiği her şey benim! Benim şehrimde, benim gökyüzüme bakıp, beni diliyorsun. Hiç bilmediğim bir tene, aynı köşede, benim sözlerimi söylüyorsun. Ve gözlerin sevgili. Kahverengi gözlerin. Öyle çok özlemişim ki…

Şimdi ise sana yeniden yazacağım, geleceğin tek aşikâr yanı…

Bekle sevgili, hasreti benim ruhumda kovala. Geleceğim ve yeniden yazacağım. Bekle sevgili, mevsim sonbahardan arta kalan bembeyaz bir örtüyken, gidişleri kabullenmek öyle kolay olmuyor. Yeni yıla seninle girecek, yine hep seni yazacağım.

Şimdi sus sevgili, hasretin tadını çıkar.

14 Kasım 2010 Pazar

Kahverengi Gözler - 7

Sanırım bana yazdıran, sen ya da bir başkası değil de, kış mevsimi. Tamam, kabul henüz kış mevsimine girmiş sayılmayız ama dengesiz havalar beni hasta etti. “iyi de, sen hasta olmayı çok seversin…” dediğini duyar gibiyim, burayı hızla geçiyorum sevgili.


Elinin uzanıp, aklının erişebileceği yerin çok uzağından yazıyorum sana bunları. Evet, geri döndüm. Kürkçü dükkânı saçmalığına benzetme lütfen, geleceğimi zaten biliyordun. Seni yeniden kaleme alabilmek için tam on ay bekledim! Noelden bu yana hiç yazmadım diye unuttum sanma. Genelde vaktim olmadı, kelimeleri toparlayamadım diyelim. En acısı da ne biliyor musun? Seni unuttum sandım! Yazları parfümünü değiştirdiğini atlamışım sevgili…

Senden sonra çok şey değişti, çok hayatla tanıştım. Her anımı, her günümü yeniledim. Saatlerce oturmaktan bayıldığımız o kafede, biri açık iki çay söylemiş halde bile buldum kendimi. Yalnızlığımı soğuk hastane odalarıyla paylaştım genelde, şehir dışına da çıktığım oldu. “Ege bizim her şeyimiz!” derken gamzeni ikram ederekten gülümseyişini hatırladım hep. Sustum sonra, yürüdüm yol boyunca. Bana seni, yolları ve gitmeleri hatırlatacak her şeyi yaptım. Delirdim bir zaman sonra, yazın en sıcağında üşüdüğüm bile oldu. En kötüsü de ne biliyor musun? Paris kokunu hiç duymadım sevgili…

Sonra fikrimi ne mi değiştirdi? Çok iyi hatırlıyorum, yazdan sonbahara usulca geçerken takıldığım yapraklardan birinde, ismini okudum. Adın, sesin, kokun; kulağımda, burnumda ve tüm hücrelerimde yankı yaptı. Mevsimsel şarkılarla dolu, koskoca on ay geçirdim sevgili.

Yeniden yazmaya karar vermem, seni gördüğüm güne denk geliyor. Sabah uyandığımda elinde o bilindik kupa bardağınla camın hemen sol yanında, seni gördüğümde, olanları bir düş sanıyordum. Değildi. Sen bilinçsizce kolunu omzuma atmış, Paris kokunla burnumu yakmıştın. Hafif ağlamaklıydı gözlerin, kahverengiden elaya çalıyordu sanki. İşte o anda, hayatımın yeniden değiştiğini sandım. Biz sahiden de konargöçerdik sevgili.

Paris kokunu, elaya çalan “kahverengi gözlerini” , anlamadan ve hiç beklemediğim bir anda kolunu omzuma atmanı özlemişim. Sana yine âşık oldum sevgili. Duymayı bir daha hiç istemediğim sesinle güne başlar oldum. Çok da sevmezdim seni, bilirsin. Yalnızca kopmayı aklıma bile getirmediğim alışkanlığımdın benim. Alışkanlık hafif kalacak, bağımlılıktın belki de. Aslında sen değil de, senin kahverengi gözlerindi ruhumu tetikleyen.

Söz veriyorum, Paris kokun burnumda hiç bitmeyecek. Baktığımda kahverengi gözlerin gözlerimi hep yakacak. Ve kolun omzumla her buluştuğunda, havasını soluduğum her şehir yeniden yanacak. Yakacak sesin kulağımı, bir şehir baştanbaşa âşık olacak.

Şimdi sus sevgili, vedaların tadını çıkar…

15 Eylül 2010 Çarşamba

Başkaları Cehennemdir..

Bu gidiş gelişler yordu seni hep…


Bir türlü yoluna girmedi bu hayat.


İsteklerin bir bir olurdu da ya sırası yanlıştı ya geç kalmıştı…

Şaşırtıyordu bu sıralama seni, yolundan ediyordu.

Darmadağın oluyordun.

Hiçbirşeyin peşinden tutkuyla gidemedin, gitmedin belki de bilmiyorum.

Uzaktan uzağa seyrederken seni hep içimde birşeyleri düğümledin…

Ağzımdan çıkacakları hep tarttım, hep hesapladım.

Kırmaktan korktum seni hep.

Zaten herşey ters bir de ben karartmak istemedim ortalığı.

Şimdi şimdi anlıyorum yanlış yapmışım…

Keşke korkmadan söyleseymişim düşündüklerimi.

Belki o zaman omuzlarındaki yükü biraz hafifletebilir, bu sıkıcı dünyanın içinde belki uçuk da olsa bir renk olabilirdim…

Siyah beyaz bir dünyaya hapsolacağını bilseydim,inan bana yapardım.

Kırmaktan da, seni kaçırmaktan da korkmazdım.

Bilemiyor işte insan.

İyi yaptığını zannediyor hep.

Zaten ne olursa hep bu yüzden olmuyor mu?

Herşey olup bittiğinde bir bakıyorsun ki; geriye senden eser kalmamış.

Başkaları hep senin için en iyisini istiyor,

hep senin adına kararlar alıyor; sen de bir başkasının hayatını yaşıyorsun.

Ama unutuyorsun; başkaları cehennemdir..



Jean Paul Sartre

Sesini Özledim, Özledim Çokk. #3

Ahmet Altan yazmış, ne güzel olmuş..

...
O sırada aklımız başka yerdedir, küçük işaretler değil, büyük altüst oluşlar aramaktayızdır, o küçük işaretin kıymetini bilmeyiz.

Sonra bir gece kaybedilmiş birinin acısıyla uyanırız.

Manasızca kaybettiğimizi anlayarak.

Çığlıklarla.

Aradığımız sevgiyi bulmuşuzdur ama bulduğumuz artık geçmişte kalmış, anıların arasına saklanmıştır, sevginin sahibi uzaklara gitmiştir.

Durrell'ın "Afrodit'in Başkaldırısı" isimli kitabındaki kahramanı gibi o korkunç soruyu sorarız:

"İnsan geçmişteki birini sevmeye başlayamaz yoksa başlayabilir mi?"

Geçmişteki birini sevebilir mi insan?

Eğer o "geçmiş" hálá belleğimizin kireçlenmiş, canlılığını kaybetmiş anıları arasında soluk alıp veriyorsa, hálá kımıldıyorsa, hálá zihnimize mızraklar gibi saplanıyorsa ve o işaretleri yeniden keşfetmek hálá canımızı acıtıyorsa, "geçmişteki" biri henüz "geçmiş" olmamış demektir.

Anılardaki işaretleri toplar, bir araya getirir, onları tek tek yerlerine yerleştirir ve karşımıza çıkan resmi yeniden sevmeye başlarız.

Ve, sorarız kendimize, "neden o zaman bu gerçeği görmedim?"

Cevap, Durrell'ın cümlelerindedir:

"O kadar bilgiden serseme dönmüş olduğum için onu olduğu gibi, yani doğal haliyle göremezdim."

Sevdiğimiz biri hakkında topladığımız bilgiler.

Çoğu zehirli olan bilgiler.

Onun hayatıyla, mazisiyle, yaptıklarıyla ilgili bilgiler, kendimizi eksik ve sevilmeye layık olmayan biri gibi görmeye yatkın zihnimizin yarattığı kuşkularla birleştiğinde, koyu sülfür dumanları gibi gözlerimizi yakar, bizi körleştirir.


Ve Cemal Süreya'nın bir şiiri de var aslında, ah o biz'lik mısraları taşıyor..

''Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni....

bir yerlerde güneş doğuyor şimdi, sessiz, soğuk.. keşke yalnız bunun için sevseydim seni..
iki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

okuduktan sonra dinle bir de:
Şebnem Ferah - Eski
Sertab Erener - Bir Damla Gözlerimde

14 Eylül 2010 Salı

Buyrun Efendim

Bugün Fenerbahçe'nin 10 numaralı oyuncusu Kaptan Alex'in doğum günü. Kutlama amacıyla spor blogumda bir yazı yazdım, okumak isteyenler buyursunlar efendim :))

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ben Hala Sessizliği Seviyorum. Ya Sen?

Seni özledim. Son birkaç aydır kendime itiraf edebildiğim tek şey bu… Seni yeniden kaleme alabilmek için üstümüzden biraz zaman geçmesini bekledim. Kelimeleri bir düzene oturtmam gerekirdi elbet. Seninle ilgili olan her şeyi çöpe atmayı göze aldım ben; hem de atamayacağımı bile bile… Ne acı ama!


Birini kaybettiğinizde ne hissedersiniz? Yok, öyle sıradan bir insandan bahsetmiyorum. Önemi büyük sizin için- diğer yarınız belki de… Ölüm değil üstelik akan kan gibi bu kez. Bilerek ama istemeyerek, hiç de elinizde olmayan bir sebeple… “Kaybetmem!” dediğinizi duyar gibiyim birçoğunuzun. Ama işler sandığınız kadar kolay yürümedi buralarda…

Kendinizden, canınızdan birini kaybettiğinizde karnınızda bir ağrı oluşur belli belirsiz. Midenize yumruk yemiş bile olabilirsiniz hayali bir 3. Kişi tarafından. Ağrı yükselir, göğüs kafesine hücum eder bu kez. Soluk kesik kesik akmaya başlar. Bir yanınızda korku da vardır aslında, kalbiniz delice atar. Ağlamak istersiniz, yaşlarınız, halleriniz, geçmişiniz ve geleceğiniz boğazınızda düğüm olur, hıçkıramazsınız! Pişman mısınız yoksa haklı mı, inan bunu anlayamazsınız. Hep bir tedirginlik olur üzerinizde, sorularınız evrenselleşir, cevaplar yalnızca ondadır; o sizden çok uzakta… Zamanla bu durumdan çok da rahatsız olmamaya başlarsınız, ortama alışırsınız. Hatta yazın bunu bir kenara, “onu unuttuğunuzu düşünürsünüz!”

Sensiz geçirdiğim zamanı anlatmayacağım. Bir üst paragraf buna açıklık getirir diye düşünüyorum. Şimdi bulunduğumuz durum hepsinden çok farklı. Bendeki yerin hala boş. Ben senden giderken, yerime kimin oturacağı zaten belliydi. Birbirimizi gerçekten kaybettiğimizi anlamam uzun zaman aldı. Bizim için akıttığım ilk gözyaşımdı bunu anlamamı sağlayan. Kıştı, soğuktu; seninle yaptığımız şeyleri bir başkasıyla yaptığını fark ettiğimde anladım. Zaten sen artık her şeyi biliyorsun. Kabul, hata benim. Her şeyin en başında, hayatımıza bir üçüncü kişiyi sokmakla yaptım ben o hatayı; seninle sonumuzu hazırladım.

Sana seni özlediğimi söylemiyorum tabii. Seninle konuştukça nasıl özlediğimi daha iyi anladım. Durmadan, “hiçbir şey eskisi gibi olmuyor artık!” diyoruz ya… Sana söyleyemiyorum ama ben eskiyi istemiyorum! Sadece seni özledim. Gerçekten, hepsi bu. Seninle eskisi gibi olabilmek hayal şimdilik, sen yolunu bulmuşken. Hayır-ağlamayacağım.

Dedim ya, bendeki yerin hala boş. Gelenler oldu, deneme süresi bile uzun sürmedi. Şimdi biri var elbet. Fakat zaten biliyorsun kimsenin senin gibi olmayacağını…

Bu satırları okur musun ya da okurken bir şey hisseder misin bilmiyorum. Sadece bu aralar canım daha çok yanıyor, itiraf etmek ne derece doğru, bundan bile emin değilim.

Seni özledim.

Aslında söylenmesi gereken tek söz bu.. Tüm yazdıklarımın karala üstünü, uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Seni özledim…

Bunları yazmam için yeterli bir sebep.

Dinle: Emre Aydın- Kimse Olmadı Senin Gibi



Ben artık kimseyi gerçekten sevmiyorum. Önemli değil hiçbirinin sözleri. Kimse beni ağlatacak kadar değerli değil artık. Çok insan tanıdım senden sonra, çoğunda seni aradım, bulduklarım da oldu üstelik. Fakat senin görmediğin ve bilmediğin öyle çok şey vardı ki… İnan eski tadı bulamıyorum hiçbir şeyde. Bir şeyler hep eksik kalıyor, inadına paramparça! Yapmam dediğimi yapıp, cümleleri bile yarım bırakıyorum bazen. Bu öyle bir boşluk ki, senin asla anlayamayacağın türden…

Hayatımı yalnızca 3 şeye odaklı tutuyorum. İçlerinde sen ya da herhangi biri yok. Uymam gereken tek bir kural var, gerisi yalnızca hissizlik benim için. “Abartıyorsun” diyebilirsin elbet. Bendeki önemini bilmiyorsun zira.

Dedim ya hayatımdaki çoğu şey değişti diye. Eski alışkanlıklarımın hiçbiri yok. Yenilerinden de bahsetmeyeceğim. Artık çabuk pes ediyorum. Yazı aralarına eklediğim ufak paragraflarım da yok. Yalnızca durum kurtarıcı sözler biriktiriyorum. Aklıma geldikçe, içim kanadıkça okuyorum onları. Kâğıtların arkasını çevirip, kendi sözlerimi yazmak alışkanlığım oldu. En sık yaptığım bu zaten. Kalem ve kâğıt almadan çıkmıyorum sokağa zaten, kendimi yalnız hissetmemek için… Ah! Yine tutamadım kendimi, çok uzattım yazımı.

İnan bilmiyorum ne diyeceğimi, emin olamıyorum. Sadece üzülüyorum işte. Bildiğin o basit ve ezici duygu.

Seni özledim.

Aklına ben geldikçe oku:

“Geçecek… Her şey geçer, hepsi geçer…”

Dinle: Sertap Erener- Bir Çaresi Bulunur

Ne diyordum? Sonra sessizlik bir de. En iyi ilaçtır derim ben. O değilde, konuşmayalı ne kadar uzun zaman olmuş..

10 Eylül 2010 Cuma

Takipte Kal

Daha çok mu okumak istiyorsun? Buraya sık uğrayamıyor mu yazarımız?
Arzu'yu takip edebileceğin daha başka adresler de var!
Bıyıksızlar'da 11 takım arkadaşıyla birlikte futbol yazıyor! Serbest Vuruş'ta kendi futbolunu anlatıyor, Adı Yok Dergisi'ne yazılarını yolluyor, futbolu bir de FenerBlog da takip ediliyor. Sen ne duruyorsun, tıkla adreslere ve takipte kal!
Yok, ben yazara daha yakın olayım diyorsan, Twitter & FriendFeed hesaplarından yakın takibe al. Hatta mail at, bizzat konuş!
Futbol & spor her türlü görüş için: kararserbestvurus@gmail.com

Haydi durma! : ))

8 Eylül 2010 Çarşamba

"Üzülmeye değmez" diyor Dünya. "Bırakıp gidenin de, gidip gelmeyenin de canı cehenneme!"



Canan Tan.

-bayram

Bayramları sevmem ben, bilirsiniz. Beş yaşımda öğrendim bayramlar’ın soğukluğunu. En güzel yanı yeni alınan kıyafetlerimdi. En cimrisinin bile o gün bonkör oluşuydu belki de. Mezarlık ziyareti sonrasında, Pierre Loti’de içilen sıcak çay da olabilir. Bayramlardan ürkmemin asıl sebebi, birilerinden ayrı olduğunuzu yüzünüze çat diye vurmasıdır. Karşı koyabileceğiniz bir ayrılık değildir bu. Yaşınızı, mezar taşına akıtabileceğinizdir yalnızca. Özlediklerinizin bir daha asla geri gelmeyeceğini, bana hep bayramlar anlattı, bana en kötüyü hep onlar öğretti.

Yarın bayram… Genelde Şeker Bayramlarının sabahında, evde tarifi imkânsız bir çikolata kokusu olur. Barış Manço’dan ‘Bugün Bayram’ şarkısını çalar babam, biz uyanalım diye. Bayramın güzel yanı yoktur aslında.

Bu sene saçlarımı kestirmeyeceğim. Hazırlanmayacağım bir başka bayrama. Yine gideceğiz mezarlığa tabii. Bu kez sıkı sıkı tutacağım toprağın elini. İçimden bir ses ‘ağla!’ diyecek, ben ağlayacağım; herkes gibi…

Bu bayram da sevdiğim tek şey, sonbahara denk gelişi. Sonbahar her zaman benim mevsimim oldu. Geçmişin geleceği örttüğü, ertelemelerden vazgeçildiği tek mevsim sonbahardır. Eğer biraz daha yazarsam, üzüleceğiz hepimiz. Bu bayram, yalnız olan herkesi ziyaret edin. Sonbaharın sahte kalabalığıyla beraber olun…

İyi bayramlar diyorum herkes gibi… Sözlerin yarıda kesileceğini, zaten herkesin aynı yöne baktığının bilinciyle. Ne diyebilirim ki? Kâğıda dökebileceğim birkaç anım olsun diye, saçlarım mesela. Uzasınlar, yine kestireceğim onları. Ben bayramları hiç sevmem zira…

arzubıcakcı

2 Eylül 2010 Perşembe

Şekersiz Kahve Kokusu

Bir sabah uyandığında yumruk olmuş elinin ağzında ne işi olduğunu düşünebilirsin. Yalpalayarak yatağından kalkıp, gecene iz arayabilirsin kimsesiz evinde. Sokak kapısı kilitli, salonun camları kapalı olmayabilir. Ellerin titreyebilir ve bir bardağı kırabilirsin umursuz. Fakat ellerin, onlar hala gecene şahit aramak isteyebilirler. Dur demek zor gelebilir ve bir avuç dolusu karanlık geceyi, yüzüne çarpabilirsin. Tüm bu ihtimalleri düşünemeyecek kadar şaşkın da olabilirsin. Gecene kattığın hüzün, gecende bıraktığın toprak ve gecenin en tatlı uykusunu bölen kahve, tüm ihtimallerini yerle bir etmeye yetebilir.

Aşinası olduğum bir ses tonuyla ağladı ve bu kez elinin aşinası olduğu raftan fincanını aldı. Kahve taneciklerinin, sıcak suyla birleşirken etrafa yaydığı kokuya alışıktı Özne. Fakat her defasında, sanki bu kokuyu ilk kez içine çekiyormuş gibi olurdu. Ne bir erkek arkadaş, ne bir dost, ne banka hesabında birikmiş bir servet, bu kokunun burun deliklerinde bıraktığı hazzı yaşatamazdı ona. Eskiden bilmediklerini öğrenebilmek için gece yarında sıcacık yatağını terk eder ve kahveyle uykusuzluğuna eşlik ederdi taze bilgileri. Fakat bir sabah uyandığında, kahvenin yüzüne bakmayacak kadar yorgun olduğunu anlayacaktı Özne. O zaman ucu kırık bir fincana ve doğası gereği sıcak bir suya bile gerek kalmayacaktı. Özne ağlayacak, kahve sıcak suyla birleşip güzel bir koku yaymayacaktı.

Geceye dönersek, yaşadıkları hiç bilmediği geleceğinin sadece gösterime hazırlanmış bir fragmanıydı. Bilmiyordu ki sıfatlarından ve tüm tanımlarından sıyrılmış olarak, yalnızca soyut haliyle ona soyunup, onu günahlarından arındırabileceğini. Bilmiyordu suyun bu kadar arındırıcı, toprağın bu kadar koruyucu ve kahvenin bu kadar sözünde durucu olduğunu…

O, bütün replikleri değiştirebilecek kadar çok seviyordu. Bilmiyordun akvaryumda birbirlerine çarparak ve suyu ikiye bölerek yüzen balıkları. Bilmiyordun eski replikleri. Ve eskinin soğuk ve küflü kokusunu. Çağırdığında hiç tereddüt etmeden sana gelebileceğini, bütün deyimlerle birlikte, bütün yasaları ve yasakları ihlal edebileceğini, sesine yeniden ihtiyacı varmışçasına, sesini duyabilmek için seni dinleyecek kadar çok sevdiğini bilmiyordun.

Bir sabah uyandığında, kahvenin nasıl taneciklerine ayrıldığını ve kokusunu salmadan, kahve fincanının kırık yanındaki sol kapıdan hemen aşağı akacağını ve bir kahvenin nasıl kırılabileceğini anlayacaksın. Belki çok geç olacak, belki de tüm bu ihtimallere ihtiyacın kalmayacak. Akla göğüs gerecek ve sanıldığından çabuk, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olacaksın… Bilmeden, anlamadan, dinlemeden, bir kahveyi kıracaksın. Artık eskisi gibi kokmayacak ve kahveler şekersiz içilecek dudak payı bırakmaksızın…

Akvaryumdaki balıklar mı? Onlar çoktan ölmüş olacak…

Adı Yok Gençlik ve Edebiyat Dergisi- 53. Sayı, Arzu Bıçakcı.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bıyıksızlar Lig Tv'nin Konuğu!

Dikkat Dikkat! İçlerinde benim de olduğum 11 kadın BIYIKSIZLAR'da gelişine futbol yorumu yapıyor, bilmeyenler öğrensin! BIYIKSIZLAR'a basının ilgisi oldukça yoğun... Biz Bıyıksızlar'dan 3 hatun, Aslı Aker, Aslı Eskibatman, Tuba Kiraz, bu akşam 22-23:00'te Lig Tv'de yayın yapan Stat Işıkları programında olacak! Duyanlar duymayanlara bildirsin, herkescikler izlesin!



12 Temmuz 2010 Pazartesi

İspanya Tarih Yazdı !

Dünya Kupası boyunca favorim olan iki takım da -Arjantin/İspanya- yarı finale kaldılar ve ardından en büyük sempatiyi duyduğum Avrupa Kralı, Dünya'nın da Kralı oldu!
Dünya Kupası final yazım, İspanya'nın tarih yazdığı anlar, sekersizkahve'de !
Haydi, tıklanma sırası o'nda!

http://sekersizkahve.blogspot.com/2010/07/ispanya-tarih-yazd.html

11 Temmuz 2010 Pazar

Mis Kokulu Blog !

Uzun zamandır yazıyorum kalemimin Camdan Kalbi'nde. İçimde ne var ne yok, döküyorum bu satırlara. Ama bir de ek olsun istedim hayallerime, masallarıma, sustuklarıma.. Tam da bu yüzden yeni bir blogla buluşturabilmek için siz değerli okurlarımı, günlerimi blog sayfamın ismini bulmaya harcadım.
Sonunda aklıma ne geldi biliyor musun? İçmekten büyük haz duyduğumuz ve tadına aldırmadan şekersiz içtiğimiz kahvelerimiz..
Sizler de bi yandan şekerli/şekersiz - köpüklü/köpüksüz dudakpayı bırakılmamış, kimi zaman fincanından damlasakızı sarkan kahvlerinizi yudumlarken okuyasınız diye, sekersizkahve blogu oluşturdum! Uzun zamandır kendimi oralarda buldum. Üstelik ne ararsan var! Günlük tarzında yazdığım bu blogun ağır basanı Futbol! Biliyorsunuz, bildiğinizi biliyorum ben de! Futbol delisiyim ben. Fazlasıyla hem de!
Şimdi tıklanma sırası, sekersizkahvemde!

http://sekersizkahve.blogspot.com/

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Argentina - Germany

Tanrım. Nasıl maçtı ama? Kupadaki 2 favorimden biri olan Arjantin ve çok iyi futbol oynadığı halde bir türlü gönlümde yer alamayan Almanya maçından bahsediyorum. Şimdi belli oluyor işte neden sevemediğim Almanları. Bundan 2 yıl öncesinde bize attıkları son dakika golünden sonra resmen tiksindim onlardan. Bu maçta da onlara olan sinir kat sayım yükseldi haliyle.



Maçın 5. dakikasında televizyonu açtım. Üzerimde Messi formam, totem yaptım ya, oturdum maçı izliyorum. Tabii o sırada Almanya 1-0 önde. Daha ilk anlarda ümidim kırıldı. Tanrım. O kadar güzel kapanıp, orta sahayı müthiş bi hızla geçip gollerle buluştular ki, maç sanki 4 dakikaymış gibi geldi. Uzatmaya gerek yok. Maç sonucu akan gözyaşlarıma engel olamadım. Maradona'nın yüzüne yansıyan hüzün ve 'utanç' ile Messi'nin gözyaşları moralimi daha da çok bozdu.


Bir kez daha söylüyorum. Bu Dünya Kupası beni gerçekten çok şaşırtıyor. Şuna bakar mısın? Yarı finale kalanlar gerçekten hak ederek mi geldiler? Büyük ve favori takımlar sürekli yeniliyor. Ama durun, zira daha bitmedi. Bu akşam İspanyollar maçı alırlarsa, tam da 2 yıl önce yaptıkları gibi Almanya'yı safdışı bırakacaklar. İşte benim için asıl Dünya Kupası bu akşamki maçın sonucuna göre başlayacak ya da bitecek.

Maç sonucu: Argentina 0 - 4 Germany.

Gözüm internetteki 'Almanya Arjantin'i perişan etti' başlıklarına takıldı. Futbol çok acımasız.
Bütün favori takımlarının elendiği bir Dünya Kupası. Çok iyi ya !

Yess.

Uno - Dos -Tres !




Ben Geldiimm. Evet evet vallahi ben! Biliyorum biliyorum, arayı çok açtım. Ama malum kış yazı. Buralarda değildim. Ankara'ya kadar gidip geldim. Sonra bir de Ortaköy. Neredeyse bütün yazımı orada geçireceğim sanmıştım, neyse ki ucuz kurtuldum!


ahh. neler neler oldu kaleme alamadığım. hızlıca hepsinin üzerinden tozlarını almak istiyorum. hımm, şurdan başlayayım. çok sevgili kuzinciklerim Orki ve Ööğli 2 günlüğüne kalkıp İsviçre'den İstanbul'a geldiler. Hem de tam 5 yıl aradan sonra! Birlikte harika koskoca 2 gün geçirdik. Özlemişim vallahi. Orki Hawaii maceralarını, İspanya ve Malta'ya yolculuk planlarını, Öğğli Venedik futbol organizazyonunu ve NY'un minarelerini anlattı. 5 yıl aradan sonra Galata'ya sarılmanın güzelliğini yaşadık onları dinlerken.




Vee Dünya Kupası. Aman aman. Tadından doyulmuyor, lezzetinden geçilmiyor vs. İlginçtir ki sürekli "favori" takımlarımın alt kadrosundaki "favoricik" takımların kazanıyor. Ah. Bu akşam kupada finali oynamasını istediğim iki takımın da maçı var. Umarım final hayal ettiğim gibi olur!




Biliyorsun, dün doğum günümdü. Yaşlandım yine. Doğum günüm geldiğinde hep yaz bitecekmiş gibi hissederim. Hayır, yanılmıyorum. Çok az kaldı! Harika bi doğum günü geçirdim, ayrıya gerek yok!
Bu günün tarihini atın bir yerlere, sözüm söz!


Diyorum ki, keşke her aşk damlasakızlısekersizkahve tadın olsa. yeme de yanında yat misali.


Bu arada son olarak, Eclipse harika olmuş. Çok beğendim ayol! Pazartesi günü 2. kez izlemeye gideceğim.


Şimdilik benden bu kadar. Vamos Arzu! : )


Hasta la vista millet!

24 Nisan 2010 Cumartesi

Sesini özledim, özledim çok.

Fakat kimselere asla itiraf edemeyeceğin biri özlenmekte şu sıralar. Ve cümlenin en başında "fakat" kullanılır ki, yalanlasın başından geçebilecek her kelimeyi. Ki geniş zaman yaysın, yayılsın özlemi. Ve özlemdir ki seni bana çağıran. Susturmaya mecal bulamadıklarında saklı olduğunu bildiğin, ne var ki elinin uzanabileceği yerden çok uzakta olandır özlediğin. Şu sıralar neyi, neden özlüyorsan, onu, o yüzden kaybetmişsindir.

Akşamdan kalma bir yağmurla ıslanmış kaldırımların yanına tünemiş kimsesiz kedileri gördüğünde sızlayan içine karşı koyamayışındır özlem. Özlem ki, seni olduğun yerden alıp, farklı coğrafyaların iklimleriyle tanıştıran ve tanıştığına bin pişman edendir. Soluk alıp verirken, durmaksızın becereksiz bir sağlık personelinin sana iğne yapması gibi bir şeydir. Hatta iğneden de acı verici, soluğunu yakıcıdır.

Hayatın kanayanıdır zaman. Bilirsin işte, tutulmamış sözler, atılmamış adımlar ve akmamış yaşlar vardır. Olmayanları ve bir daha asla olamayacakları sıralamak kolay… Şimdi, şuanda olsan, aynı saçmalığı yapar mıydım, bilmiyorum… Yapmazdım aslında. Hala söyleyebiliyorum bunun aptalca olduğunu. Gelip bana sorsaydın ya da nedenini merak etseydin, inan bana bir saniye bile düşünmez, geri adımı atardım. Oysa sen gelecekte pişman olabileceğimizi hiç düşünmeden olanları kabullenmiştin bile…

Özledim.

Birlikte dinlediğimiz ve olmayacak anlamlar kattığımız o şarkıları dinlemeyi özledim. Bu satırları yazarken, senden sonra ilk kez dinliyorum onları. Biliyor musun, birlikte yazıp söylediğimiz o şarkı hala bende duruyor. İsmini ne koymuştuk anımsamıyorum bile. Hatırlıyor musun, bunalım şarkımız vardı; Metallica- Turn The Page. İçinde hem hüznü, hem mutluluğu bulurduk. Üstelik bizim için yazılmış bi şarkı olarak görürdük. Kimsenin bakışlarına aldırmadan İstiklal’in orta yerinde tabiri caizse haykırarak söylerdik. Şimdi o şarkıyı tek başıma söylüyorum… Üstelik o eski müzik zevkim de değişti sanırım. 28 Haziran’da konser var ve ben DM’i dinlemiyorum bile! O albümün çıktığı günkü sevinç çığlığımızı, alabilmek için girdiğimiz kuyrukta saatlerce beklediğimizi ve ardından Kumburgaz’a gidip son ses tüm şarkıları, defalarca dinlediğimizi, henüz dün gibi hatırlıyorum. Şimdi elim albümün olduğu rafa gitmiyor bile…

Seninle gittiğimiz yerlerden her geçişimde, yanımdakilere seni anlatıyorum. Adını yanlış söyleyenlere inat, bağırırcasına adını söylemeyi özledim. Şimdi adın, öyle yabancı geliyor ki.

Peki ya İsmail, onu hatırlıyor musun? Kahkahalarla söylüyorduk o şarkıyı. Dinlerken hala gülüyorum… Şarkıyı dinledikten sonra “ulan İsmail ulan İsmail” diye saatlerce gülerdik.

1 Temmuz gece on ikiyi vurduğunda senin sesini duymak gibisi yoktu. Elbet herkesten önce doğum günümü sen kutlardın. Öyle büyük kutlamalardan ve özellikle de hediyelerden hoşlanmadığımı bilirdin. Her 2 Temmuz gecesi bira, gitar ve dostlar eşliğinde Kumburgaz’ın canım kumsalında mini bi kutlama yapardık.

Biliyor musun, uzun zaman olmuştu elektro akustiği çalmıyordum. İki hafta önce en sevdiğimiz şarkıyı çalıp söyledim, Aslı-Gitmiş Gibisin. Artık Avcılar’da takılmıyorum. Cengiz hocadan sonra stüdyoya da gitmedim. Kayıt falan da yapmadım. Dedim ya, gitara biraz ara vermiştim…

Üstelik artık ilaç içmiyorum. Biliyorsun, ameliyat oldum. Evet, o zaman da yanımda değildin. Başkaları vardı. Ya da varla yok arasındaydılar. Senden sonra çok hayatla tanıştım. Tanıdığımı sandıklarımı daha iyi anladım. Şimdi yine, tanıdığımı sandığım birçok insan etrafımda. Gülüyoruz, ağlıyoruz üstelik kavga da ediyoruz bazen. Artık insanlara güvenmediğimi zaten biliyorsun. Biliyorum, gelip geçici herkes. Hem bugün sevdiğim bi insandan yarın nefret edebilirim. Ben artık tüm bunların bilinciyle, kimseyle seninle olduğum gibi olmuyorum. Biliyorsun işte, hiç kimse senin gibi değil. Olamaz da zaten. Yalnızca biri var… Sanırım diğerlerinden biraz farklı. Seviyorum onu. Dedim ya, ne zaman ne yapacağım belli olmaz…

Artık Eroinle alakalı kitapları okumuyorum. Yalnızca dergilerimle ilgileniyorum. Uzun zamandır o parfümü de kullanmıyorum. Sabahları uyandığımızda görmekten bıktığın kolyemi de takmıyorum. Üstelik nerede olduğunu bile bilmiyorum. Birlikte en son Emre’nin konserine gitmiştik. Sesimiz çıktığınca Ve Gülümse Şimdi’yi söylemiştik. Eve gider gitmez elektro akustiğimde çalmıştım onu.

Biliyor musun, birlikte geçirdiğimiz her günü özlüyorum. Aptalca gülmelerimizi, hafta sonları sabahın köründe kalkıp akşama kadar hiçbir şey yapmadan pc başında oturmamızı bile özlüyorum. Sesini duymadığım bi gün yoktu ki. Birlikte izleyip de, kaçırdığımız gollerin ardından avazımız çıktığınca bağırdığımız Fenerbahçe maçlarının o eski tadını özledim. Bu sezon yeni forma bile almadım. Hiçbir maç için totem yapmadım. Eskiden üzerimden çıkarmadığım Piqué formasını giymedim bile… Ben İzmir’e giderken beni uğurlamaya gelmiştin. O gün bana yolda okumam için yazdıklarını hala saklıyorum. Ama hala fotoğraf çekme hastalığım sürüyor. Yazılar yazıyorum. Siliyorum sonra. Gazeteyi spor sayfasından okumaya devam ediyorum. Lars’a hala aşığım. Senden sonra kimse Tunakan demedi bana. Tunakan Arzu olmayı bile özledim… Şimdiler adımı yalnızca Arzu diye biliyorlar. İnan bana, artık böyle ayrıntıları umursamıyorum bile. Acıyı çekip ondan kurtulma yöntemimiz hala işe yarıyor. Ama umursamama günlerim yok artık. Onları ilan edebileceğim biri de yok zaten. Yazları İzmir’e gitmeye devam ediyorum. Utku, Tümer ve Sinem’le Alsancak’ın dibine vuruyoruz. Ama artık anason kokusundan rahatsız oluyorum. Üstelik 16 Ağustos’tan sonra, rakı bile içmedim…

Daha anlatacak çok şey, söylenecek çok söz var. Bunları niye yazdığımı bile bilmiyorum. Seni özlediğim doğru. Ama etrafımdakiler o kadar içten ki… Sanırım yokluğunu pek aratmıyorlar. Ya da ben seni çok düşünmüyorum. Onları da seviyorum, alıştım birçoğuna. Birini zaten çok iyi tanıyorsun. Üstelik Eray da hala en yakın arkadaşım. Ne diyordum? Dinlediğimiz şarkıları dinlemeyeli çok olmuştu.

En sevdiğimiz şarkılar, Bkz: Avril Lavgine- Complicated , Teoman-İstanbuL & , REM-Loosin my religion , Pinhanı-Zaman Beklemez , Metallica-fueL vs.

Bizi anlatır Bkz: Aslı -Yardımcı olmuyor

Sana Gelsin: James Blunt - Goodbye My Lover

Günün Şarkısı: Şebnem Ferah-Bugün

Bence şimdilik bu kadar yeter. Hoşcakal…

18 Mart 2010 Perşembe

"çık bu oyundan çık her replik sobe
sözcüklerin gönderdiği yerden
kim sağ salim dönebilmiş geriye"

Murathan Mungan

17 Mart 2010 Çarşamba

yazaryazaryazaryazar ve asla yazmaktan bıkmaz. zira inanır, kaybettiklerini kalem-kağıtta bulur. ve bilir, keşke'lerinden arınıp, iyiki'lerini yalnızca kalem-kağıtta tadar.
insan ki, hal ve vaziyetini kelimelere döküp mürekkebi beyaz kağıtlara yemin ettirmeden, insanlığın gereklerini yapmış olamaz.
bir yazar, insandır.
bir insan ki, ancak yazar'sa insandır!

15 Mart 2010 Pazartesi

Baltalimanı'nda Ameliyat

“Hayata sınır kapısı koymak mıdır aslolan” diye düşünerek geçirdim birkaç dakikayı. Fazla değil, yalnızca bir gündür hastane ortamında ameliyat öncesi geçirebileceğimiz en eğlenceli zamana oynamıştık.

Ameliyattan bir gün önce yani 21 Şubat Pazar günü, oldukça harikaydı. Ameliyat öncesi hazırlıkları tamamlamış, üstelik hastanemizde çekilen Kalp Ağrısı dizisinin çekimlerini izlemiş ve yemek yiyebileceğimiz son saatleri iyi değerlendirmiştik. Akşam altıda iznin çıkmasıyla kendimizi Baltalimanı’nın gecesinde bulmuştuk. Biraz içe çekilen gecenin ayazı, banyodan yeni çıkmışlıkla üşümeme çabası ve az biraz ameliyat korkusuyla geçirmiştik birkaç saati daha. Saatlerin on ikiyi göstermesiyle de su ve yemekle olan ilişkimizi kesmiştik. Sonrası birkaç saat daha muhabbet, kahkaha ve heyecan dolu gözyaşlarıydı… Bolca ağlamış, kahkahalarımızdan korkularımızı silmiştik aslında. Üstelik aldığımız her nefesi borçlu olduğumuz Tanrı’ya dualarla bile geçirmiştik birkaç dakikayı… Merdivenlerin başına tünemiş, sessizce de düşünmüştük yarınımızı.

Gecenin ancak yarısında sıcacık hastane yatağıma yatmış ve kalem-kâğıtla buluşmanın mutluluğunu hissetmiştim. Kalbimden ve kalemimden geçenlerle, bu gece İstanbul’un benimle uyumasını dilemiştim. Ardından tek nefeste uyuduğum Baltalimanı gecesi gelmişti…
Hastanede geçirdiğim beş günlük rutin uyanışlarımın ardından, ameliyatıma denk gelen altıncı günde de saat altı civarında uyanmıştım. Kahvaltı etmeyecek olmanın kazandırdığı zamanla, biraz daha uyumaya çalışmıştım. Hemşire kontrolünün ardından kaçan uykumla beraber kalkmıştım. Günün ilk ameliyatını olacak olan koğuş arkadaşlarımdan Firdevs’i ameliyata hazırlamıştık. Ve saatler 7.30’u gösterdiğinde ameliyathaneye kadar onunla gitmiştim. Koğuşa ağlamaklı dönüşümün ardından Baltalimanı’nın sabahında, kendi ameliyatımı ve ziyarete gelecek olan ailemi heyecanla beklemiştim. Onların hastaneye gelmeleriyle, yine güvenliğe görünmeden dışarı çıkabilmeyi başarmıştım. Sonrası günlerin özlemi, tatlı sohbeti ve Boğaz esintisiyle sarılı bir heyecandı.

Sonrası mı? Koğuşa döner dönmez ameliyat sırasının bende olduğunu öğrenmemle devam ediyor günün sonrası. Ameliyat elbisesini giyip, bir güzel de sedyeye yatıp, ameliyathaneye gidiyorum. Ameliyathanenin kapısında Baltalimanı’nın en harika hemşirini görmemle ağlamaklı ifademden de kurtuluyorum. Ve böylece, ameliyathanenin içinde buluyorum kendimi. İçerisi öyle soğuk ki… Birkaç soru cevap, doktorların kendi arasında konuşması ve ameliyat araç gereçlerinin hazırlanmasının hemen ardından, genel anesteziyle yaklaşık iki saat sürecek olan sancısız bir uykuya dalıyorum.

Ameliyathaneden çıkarılırken gözlerimi açıyorum. Olanları tam olarak hatırlamıyorum ama etraf soğuktu ve ben üşüyorum diye sayıklıyordum. Bir odada süresini tahmin edemediğim kadar bekledim. Bu süre içinde baş dönmem azalmış bu kez de nefes alamaz olmuştum. Oksijenli müdahalenin ardından ayağımın ağrısını hissetmiş olacağım ki, çok ağrıyor diye ağladığımı hatırlıyorum. Gerisi bölük pörçük birkaç görüntü… Yalnızca sürekli telefonum çalıyordu, birileriyle telefonda konuşuyordum. Başım çok kalabalıktı. Ağrım o kadar çok vardı ki, ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Yaklaşık altı şişe serumdan sonra, altı saati de doldurmuştum. Yemek yedim mi hatırlamıyorum. Sanırım bi ara doktor gelmişti. Ne söylediğini bile anımsamıyorum. Aklımda tek kalan, ameliyattan çıkan herkesin uyuduğuydu. Yalnız ben uyuyamıyordum. Saat bir ya da iki civarıydı… Hemşirenin, “sana narkoz etkisi yapan bir ilaç ve ağrı kesici iğne yapacağım, ardından uyuyacaksın” dediğini hatırlıyorum. Tahmin edebileceğin gibi sonrası yok. Ertesi sabah koltuk değneklerim alınmış, taburcu olmaya hazırdım. Önce koğuş arkadaşlarımla sonra hastanede kaldığım süre içinde tanıştığım insanlarla vedalaşmıştım. Sonrası uzun tabii…

Şimdi geriye dönüp bunları düşündüğümde gülümsüyorum. Başta hastane günleri iğrençtir diyenleri yalanlıyor, ardından hastanedeki bazı kişileri tanıdığım ve onlarla hala görüşebildiğim için mutluyum diyebiliyorum. Ne demişler, insanın hayatta bazı şeyleri yaşaması gerekirmiş.

Şimdi mi? Şimdi iyiyim. Ve tabii tümörüm. Ondan da kurtuldum. Dikişlerim alınalı üç ya da dört gün oldu. Tahmin edersin ki yaram çok çirkin. Ayrıca yürüyorum! Üstelik ayağımda sargı olmadan ve artık tek değnekle yürüyorum!

Zira biliyorum, uzun bir yola çıktım ve bu yolda, adım adım yürüyorum…

Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları A.E. Hastanesi
9. Baltalimanı Koğuşu
22-23 Şubat Pazar/Pazartesi 2010
Ameliyat: 12.00-14.00


Yazılan tarih: 12 Mart Cuma – 03.00

Arzu Bıçakçı

12 Mart 2010 Cuma

Ameliyat.


İyi geceler İstanbul. Bu gece ben uyurken, yanımda yalnızca senin kalmanı istiyorum. Bu gece, benimle uyur musun İstanbul? Öğrendim ki, Boğaz’ın gerçek sahipleri martılarmış. Hayır, bildiğin gibi değil bu kez içimdeki hasret. Senin kollarında, sana sarılmaya hasretim İstanbul!
Biliyor musun, hiçbir şey bu kadar somut olmamıştı hayatımda. Hiçbir acı, bedenimi daha çok sarmamıştı. Ve belki de hiçbir ihtimal, beni bu kadar meraklandırmamıştı…
Biliyorum, kızıyorsun. Bana verecek yalnızca çiçekleri olanlara inat, Boğaz’ını ayaklarımın altından akıtıyorsun. Seviyorum sana bağlanmayı ve senden kopamamayı. Ağladığımda da üzülmüyorum aslında. İçim ferah. Zira biliyorum, akıttığım her damla yaş, Boğaz’ın sularında tadıyor seni…
Demiştim ya hiçbir şey bu kadar somut olmadı diye… Yalnızca saatler var ameliyatıma… Ve henüz, adının tenimde ürperti yaptığı bir odada, bedenime sıkışıp kalan tümörden kurtulacağım…
Sonrası mı? Tanrı bilir ya, sana yeniden sarılacağım İstanbul…
Bana bir masal anlat ve gölgende uyut beni. Üzülme, zira korktuğum senin karanlığın değil.
Bu gece benimle uyumayı kabul ettiğin için teşekkür ederim İstanbul. Dilerim rüyalarında huzuru, sularında aradığımı bulurum… Ve bir gün martıların gibi, senin gerçek sahibin olurum.
Yarın ben ameliyata girerken, yüzümü aydınlatan yine senin güneşin olsun…


Baltalimanı Kemik H. Hastanesi
22 Şubat Pazartesi 2010 – 01.00
Ameliyattan bir gece önce ve ameliyata saatler kala…

Hastanede

Burası Baltalimanı. Burada sabahların, senin sabahından erken konuyor üstüme. Tatlı bir esinti ve sersemliği oluyor erken gelen sabahın… Birde mis gibi Boğaz havasını çekerken kahvaltımı yapıyorum. Yalnız değilim. Koğuş arkadaşlarım var yanımda. Pek sevgili arkadaşım, üstelik doktorların bize kanka gözüyle baktığı koğuş arkadaşım Firdevs uyuyor. Fakat her şeye rağmen yalnız değilim. Baltalimanı’nın martıları ve sabahın sersemliği duruyor yanı başımda.
Bu sabah yine martıların sesine kulak verdim. Gemiler çığlık çığlığa veda ediyorlardı, geride bıraktıkları dalgalara. Oysa ben bugün, geride bıraktığım hiçbir şey için ağlayamıyorum…
Sanırım biraz daha uyumalıyım… :]

Baltalimanı K.H. Hastanesi19 Şubat Cuma /2010 – 07.20

Hastane


Bugün hastanedeki ikinci gecem, her şey yolunda gibi gözüküyor.
Sabahları martıların ekmek kavgası yaparken ya da bizim bilmediğimiz ve hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir şeyleri kutlarkenki çığlıklarıyla uyanmak gibisi yokmuş! Masmavi Boğaz sularının üzerinde gezinen bembeyaz martılar, insana hayatın devam ettiğini kanıtlamaya yetiyor. Ve bir de içe çekilesi Boğaz havası… Akşamları da martılar kavga ediyor. Üstelik gemi sesleri yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Gecenin karanlığında Boğaz Köprüsünün ışıklarından süratle geçen her araç, içimdeki hayata bakışı derinleştiriyor. Zira insan burada, paylaşmayı öğreniyor. İlk kez uzak kaldığım bir vakitte, yanımda sahiden kimlerin olduğunu görebiliyorum. Üstelik bu, her şeye yetiyor. Ayrıca etrafımdakiler, bana hayat kadar yakınlar. Zira acılarımız ve sebeplerimiz aynı. Bekleyişlerimiz, dilemelerimiz ve koğuşumuz.
Aslında sonucu ne olursa olsun, sanırım şimdilik yaşamayı seviyorum.
İyi geceler Baltalimanı…

Baltalimanı K.H. Hastanesi
18’i 19’a bağlayan gece 00.16 Şubat/2010 Perşembe

üstelik Baltalimanı'nın sabahı da özeldir.. ve burada sabahlar , senin sabahından erken konar üstüme. tatlı bir sersemlikle gelir sabah. martıların , nedenini hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz çığlıkları aydınlatır Baltalimanı'nın sabahını..ve sabaha Baltalimanı'nda uyanmak gibisi yokmuş. üstelik uyandığın , ameliyatının sabahıysa.. :]

ve Baltalimanı'nda geceler sessizdir aslında. Esintiler vardır tatlı , ruh okşayıcı. üstelik heyecanlısındır bir gece sonra gelecek olan ameliyat için. ve hazırsındır tüm korkularını Boğaz'ın sularında boğmak için..Baltalimanı'nda bir gece sessizce gelip geçerken biz Boğaz'a karşı tüm korkularımızı konuşuyorduk. Hevesliydik. Ameliyattan değil , ameliyat sonrasından korkuyorduk.. Ve tüm bunlar olurken , Baltalimanı'nın gece yarısında çay içmenin ve yanındakilere güvenmenin tadını çıkarıyorduk. :]

6 Şubat 2010 Cumartesi

insanlar/ım var/dı

Yanımda insanlar vardı yalnızca,
Yarı teselli uykusundaydım ölümün.
İnsanlarım vardı beni bilen,
insanlarım vardı yıkım kabilesinden kalan..
yarı uykulu salıncakların, paslanmış demirlerine kazılı isimler vardı.
birde soyisimleri olmayan bizdenler...
insanlarım vardı yarı çıplak,
cesetlerim yarı ölü..
yanımda insanlar vardı yalnızca,
hayal nedir bilmeyen,
yarı saydam insanlar..
sonrası..
sonrası uzak şimdilik bize.
fakat halen insanlar var yanımda.
sıfatı belli belirsiz, yalnızca insanlar.
dostum yoktu.
dostum, uzaklardaydı aslında.
bense, uykusundaydım ölümün; yarı teselli geleceklerde...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Toz ~


Kıskançlık akıtırsa zamanı içinden,
Orada olacağım.
Çünkü sevdiklerim ve bildiklerim var.
Konuşmak için gerek yok dile,
Susar kelimelerim ben zamana aktıkça.
Ve sen beklersen,
Kıskançlık , beni de akıtacaktır zamandan.
Olmadı yazarım ben bildiklerimi.
Sen okusan da olur, okuyamasan da.
Bilirim bir vakit sonra görmez olur gözün.
Sen görmesen de, elinin uzandığı her yerde olurum ben.
Gördüklerin değil, asıl göremediklerindir gerçek.
Sen beni bırak, ben hayalimle yaşarım.
Bir de seni kaleme alır, asırlarca uyurum.
Üzülme, mucizeler de kalıcıdır.
Olmadı bir araç kiralar, hayatın sektiği yere gideriz.
Zira her şey yolundayken, hayat raylardan çıkabiliyor.
Kıskançlığım mucizem, gerçekler yolum olsun diye…


Şimdi kolunun uzandığı iki sokak arası aşkların, lambasıyım, gecelerine ışık veren.
Işığın söndüğünde karanlığa gömülen satırların olurum.

Üzülme, ben her çağda, her aşktan, her bedenden kanar, uzayan dağlarına yol olurum. Sen görmesen de olur, ben bilmediğin gerçeklerin, son hecesi olurum.

İki sokak arası aşkların, buruşuk yasakları olur, hatta bir daha sevemezsem güneşi, sevgine hasret, eylem olurum. Yolunda yürür, yolunda ölürüm belki de. Sen bilmesen de olur, ben gittiğim her yere satırlarımı dizer, dizer de bir türlü kopamam bu yüzyıldan.

Kolunun uzandığı, iki satırlık mucizelerin, son hecesi olurum. Bilemezsin, bu yüzyıl da beni içinden akıtır, Kanarım!

22 Ocak 2010 Cuma

Uzak(Lar)


Uzaktan bakmayı bilmeli…
Anılara uzak olsam da, kalbimde olduklarını bilmeli.
Hangi deniz, kilometrelerce uzağındayken silinebilir ki yeryüzünden?

Uzaktan sevmeliyim..
Yaşımı içime değil, uzaklara akıtmalıyım mesela.
Seni uzaktan özlemeli,
Uzaktan tutmalıyım elini.
Öyle ki uzaktan görmeli,
Gördüğümde bakmamayı bilmeliyim…


Kurak çöller gibi kapında,
İklimsiz çiçekler gibi aklında olmalıyım.
Seni uzaktan sevmeli,
Hatta uzaktan yaslamalıyım başımı omzuna.


Sesini uzaktan duymalı…
Kahkahalarına kadehimle eşlik edip;
Uzaktan ağlamalıyım..
Uzaktan sevmeli,
Uzaktan özlemeliyim…
Dudaklarım erişirse, aslında uzaktan öpmeliyim seni…
Elim de değmezse eline,
Bil ki, uzaklarda ararım seni.


Bu aralar yorgunum,
Biraz da kırgın sanki…
Aklım , uzaklarda aslında…


Ayazı vuruyor sabahın bedenime,
Boğazın uzaklığını özlüyorum aslında…

17 Ocak 2010 Pazar

Yolumuzdur şiir yolu, yoldaşımızdır şair ruhu!

Mahvolmuş bir toplumun, mahvolmuş insaları yazamaz şiir.
Kendini bilen ve bizden olandır şair.
Yolumuzdur şiir yolu, yoldaşımızdır şair ruhu.
Mahvolmuş bir toplumun, sanata ayrılmış kollarıdır şairler.
Şiir zor ölen, şairse hiç ölmeyendir.
Bir toplumun en yetkilisidir yazar.
Yazar , kaleminin değdiği her yeri yazandır.
Avucunda yeminini, yüreğinde kelimelerini taşıyanlardır sanatçılar..

Yolumuz şiir yolu, yoldaşımız yazar/şair ruhudur!

Kadınlar ve Erkekler


Tanrı’nın en güzel armağanıydı bana kadın oluşum. Saflığımın ve temizliğimin en güzel hediyesiydi…

Elimde hiç kalmayacak zamanlar yaşadım,
Taze çimenden, taze aşklara büründüm…
Ve bir daha asla geri dönüşü olmayacak zamanlar yaşadım,
Başımı omzuna yasladığım.

Hediyelerin en güzeliydin, süslü paketlere sığmayan.
Öyle ki sen sevgimden de taşar,
Yokuş yukarı hayaller kurardın.
Daha azı bizi mutlu etmez, Sen en büyük mutluluklara layık olanımdın.
Tanrı’nın en güzel armağanını seninle paylaştığım güne denk geliyor her şey. Her şey seni sevdiğim ve Tanrı’nın en değerli hediyesini sana armağan ettiğim güne bakıyor. Bense gün dönümüne bakıyor, Seni sakladığım yerden çıkarabilmeyi umuyorum.
Oysa kimse bilmez masallar kısa, aşklar bedene uzundur.
Âşıklar gerçek, kaçışlar sahtedir oysa.
Tanrı da bilir işini aslında,
Çıkıp gidenlere dur diyemeyişimiz, bundandır.
Bir şehri terk etmek de, Bir bedeni yakmak da aynı yaraya denktir.
Şehir özler, beden hasreti kovalar…
Ve sen elini çeksen de elimden,
Tenimi yakar hasretin…
Kovalarım seni olmayacak hayallerde…
Şehirlerim yalnızlık çeker!
Oysa hiç kimse bilmez hayaller uzun, hayat kısadır bedenime…
Tanrı da bilir işini aslında,
Şehri ateşe veremeyişimiz, bundandır.
Oysa ben yine söylüyorum,
Kimse bilmez, Şehirleredir küsmelerim.
Kuramadığım denklemlere, aslında hiç bilmediğim formülleridir.
Ekmekle peynir, simitle çay, boğazda gemilerdir benim hasretim.
Yüreğimde sevgin, dilimde adın, tenimde tenin, dokumda dokundur. Hücrelerimdir, seninle paylaştığım her şeyimdir.
Kalbimdeki boşluk, boşluktaki düşüşlerdir aslında…
Başımı omuzlarından çekip bacaklarına koyduğum ve sıcağını asla unutmadığım günlere denktir benim sevdam.
Tanrı da bilir aslında işini,
Senin bana yar olmadan gidişini…
Kadınım diye seslenişini ve erkeğim olamadan gidişini.


Zira kadının farkını da bilir Tanrı, erkeğin farkını da…
Bense oyundan atılan umursuz bir kız çocuğu gibi burnumu çekerim ardından.
Kokunu yakalayamam ki sonbaharda.


Oysa kimsecikler bilmez…
Hayat kısa, ölüm uzundur.
Bilmezler onlar, Kadınlar ölmez; Kalpleri solar yalnızca…


Kar Taneleri *


Bu şehre en son tepeden baktığımda üzerimde ceketim ve kaldırımda koltuk değneklerim vardı. Kar hafifti ama üşütüyordu. İnceden inceye içimi titretiyordu. Güneşin bizi çoktan terk ettiği bu vakitte kar, her yerdeydi; her yerdi…


Sana en son tepeden baktığım da, yaptığımın ne olduğunu bilmiyordum. İstanbul’un yedi tepesinin, yedisine birden adını yazmış da, vazgeçirememiştim seni bu şehirden…
Kar hafif hafif yağarken camı buğulandırıyordu ılık nefesim. Hava soğuktu, çünkü Noel’e tam iki gün vardı. Ve ben şehri terkedeli çok olmuştu… Çocukluğumda soğuktan burnu kızaran ve ‘uyumun böylesi’ dedirten kırmızı atkı ve şapka takan ve hiç de sıradan olmayan Noeller geçiren bir kızdım. Bulutlara da üzülürdüm aslında. Zira ben yağan kar tanelerinin, bulutların bir parçası olduğunu düşünürdüm. En yüksekten yakalamaya çalışırken, üst üste birikmiş karlara düşerdim genelde. Düşüşüm acı da olmazdı pek. Kanardım bulutların ipekten yapılma kanatlarına… Çocukluğumun en soğuk ve en kömür kokulu anısıydı Noellerim. Zira bizde Noel, evin en sıcak olduğu güne denk gelirdi. Ardı arkası kesilmeden, sobaya yuvarlanırdı kömürler. Islak açlarımı sobanın arkasında kurutup, bahçeye koşardım yağan kar taneleri gibi. Yılın, yalnızca bir döneminde başımı gökyüzüne çevirir ve karları yakalamaya çalışırdım… Ondan geriye sayılırken gözüm yaşlı olur genelde. Bir yılın bitimi değil de, yeni yılın nasıl başladığıydı beni ağlatan…


Bu şehre en son tepeden baktığımda mevsim sonbahardı. Kanatlarını çırpan ve yaprak dökmeyen mevsimlereydi özlemim… Ağaçlar çoktan mevsim dönümüne girmiş, kuşlar ise sezonu çoktan kapatmışlardı. Sonbaharın resmi dökülen yapraklarda ve kışın gelişi eriyen kar tanelerinde…


Sana en son tepeden baktığımda, meziyet sanıyordum yaptığımı. Sonsuz ve soluksuzca ılık nefesimin kar tanelerini eritmesi umuduyla üflüyordum cama. Buğulanıyordu cam ve özlüyordum çocukluğumdaki Noellerimi…


Aynaya bakmayalı yıllar, bu şehri tepeden görmeyeli yollar ve seni kaleme almayalı satırlar olmuştu. Yeni yılın ardından, bu şehirde birileri hala mutluydu. Ve ben, atılan onca kahkahadan birine bile isabet etmiyordum…

14 Ocak 2010 Perşembe

Özledim

" Çok sık birlikte olmasak bile, benimle olduğunu bilmenin sıcaklığını ve seninle baş başa konuşmalarımızı özlüyorum... "

10 Ocak 2010 Pazar

Ameliyat.

Bu aralar yorgunum , biraz da kırgın sanki. Gidenlerimi herkes almış benden , ben yeni yollara umut bağlamışım. Birde yeni insanlarla tanışmışım ki, sorma gitsin onları. Seviyorum aslında hepsini. Aynı şekilde nefes almamızı seviyorum. Hele biriyle, o kadar çok ortak noktam var ki... Aratmıyor bana geçmişi. Ama ona da alışmaktan korkuyorum. Bir başkası , geçmişimdekinin yerini aldı. Aynı hayalleri onunla kuruyoruz şimdi. Ama ben ondan vazgeçmedim ki. O gitti benden. Şimdi sevdim gidişleri. İnanır mısın , hiçbir şey hissetmiyorum ona karşı. Ne nefret, ne öfke, ne sevgi... Sadece soramadıklarım var. Yeni gelen, nasıl bu kadar çabuk aldı yerimi, sormak istiyorum.
Ama sormayacağım, biliyorum.
Ne diyordum? Bu aralar yorgunum, biraz da kırgın sanki. Ama biliyorum, atlatacağım hepsini. Bir el tutacak elimden ve unutacağım hepsini. Kemik uyuşmaz, genel anestezi alacağım. Geç uyanacakmışım, öyle diyor doktorlar. Artık günde aynı ilacı kaç kez içtiğimi önemsemiyorum, kurtulacağım, biliyorum...
Ocak ayının son haftası, Cerrahpaşa'nın soğuk ameliyat odalarının birinde, Dr. Kalaycı'nın ellerinde, bedenime sıkışıp kalan Tümör'den kurtulacağım.

Paylaşım

Nefes alamazsam, nefesim olur musun? Beklerim ben, sen üzülme. Gülemezsem de gözyaşım olursun. Akarsın sular seller gibi. Bir ben boğulurum denizinde, bir de hiç uçmayan martılarım. Katlanırım ben, sen dert etme. Tıkandığım yerde yolum olursun. Uzarsın dağların ardına; bitmez tükenmezimsin. Kurak çöller gibi kapında olurum. Sen yolda, ben omzunda ağlarım. Gidersem ardımdan gelirsin. Ben sana gelsem de, hüznü koyma baş harfime. Her gelişim, gitmelere gebedir; bilirsin. Ben olmasam da, seversin. Sevdiğini belli etmez ama bembeyaz sayfalara, kirli bir isim olursun. Gizleyemediğim satırlarımı okur, okur da bitmez tükenmez mürekkebimi yıldırırsın. Bilirim, kimse olmasa da ölmez içimdeki yazar. Hiçbir şeyim olmasa da, kaleme sarılırım. Unuttuğumda geçmişi, hatırlatmadan durabilir misin sanki. Sevmediklerimi sevdiklerimle karıştırır, körebem olursun. Üzülme, biz bu yüzyılda da konargöçeriz sevgilim.
Nereden çıktı demiyorum. Henüz kovalıyor günler geceleri. Bense rüyalarda, yollarda, hayallerde, düşüncelerde boğuşuyorum. Böylece yeniyi de eskitiyorum. Sayende nefes dahi alamıyorum.
Sahi, nefes alamazsam, nefesini benimle paylaşır mısın?

kahverengi gözler - 6


Yaşanmışlıklar biriktikçe, sayfalar akar gönlümden. An, sızıyı kovalar; konargöçeriz sevgilim.
Seni sevdiğime değdi. İtiraf edebildiğim tek şey bu, yüzyıla aidim. Bari kokunu çekebilseydim içime!
Seni gördüğüme ve özlediğime değdi. Geldiğin, gitmelere gebe olmayan gecelere denk.
Sen kendinde değilken kolunu omzuma her attığında, şimdi ben seni daha çok özlüyorum. Geceleri özlüyorum adımı sayıkladığın. Gündüzlerim senin olsun, bari geceni bıraksaydın.
Bitmeyecek gibi Paris kokun burnumda. Solmayacak ki gözlerinin rengi. Gözbebeğinin siyahı, akıtacak içinden işlediği tüm günahları. Kahverengi akacak, Paris kokacak etraf. Sen kolunu omzuma atacaksın, bu kez bilinçli. Ve ben gidişini özleyeceğim sevgilim. Beni sana akıtan sayfaları…
Konargöçeriz sevgilim… Bu yüzyılda da, seni sevdiğime değdi…