31 Temmuz 2009 Cuma

Yazlık Hatıralar ..


Bir sezon vaktinde, kumsaldan güneşe, bir sevda türküsü yakılmıştı.
Güneş, tendeki sıvıyı emip, seni bana hapsederken... Dalgaların şırıltısı, kumları topluyordu. Bütünleşiyorlardı. Sen ve ben gibi. Kum-güneş-deniz. Biz oluyorlardı. İzlediğim bu birkaç satırlık manzara ardından, güneşe teslim oluyordum.
Öyle yeşildi ki deniz, tıpkı düşlerdeki okyanus gibiydi. Ya da okyanus akıntısı. Öyle yeşildi ki deniz, yaklaşsam mavi; uzaklaşsam kan kırmızısı olacaktı. Elbette her şey öyle “pat” diye olmuyordu. Mesela şu karşı kayalıkta oturan denizkızı, kim bilir nasıl çıkmıştır oraya? Her şeyin belli bir nedeni olmadığı için, buna da neden aramıyorum...
Saçlarını en güneye savuran şu genç kadın, bir eliyle kitabının sayfasını çeviriyor; diğer eliyle de elma suyunu yudumluyordu. Çocuklar kumdan kale yapıp, zirvesine pipet dikiyorlardı. İri cüsseli bir yabancı, ayak basıyordu kaleye. Ve çocuklar, salya-sümük ağlıyorlardı. Âşıklar bir köşede kol kola, denizin ıslattığı kumlara adlarını yazıyorlardı.
Köşedeki sitelerden birinde, bir kadın, balkonunu yıkıyordu. Bir hışımla aşağıya attığı suyun, zavallı kediye geleceğini, nerden bilebilirdi ki? Ya da kaydıraktan şuursuzca kayan çocuk, terliğinin ayağını terk edeceğini, nasıl hissedebilirdi?
Şu teknesi kıyıya vurmuş amca, tek kelime etmeden, etrafı izliyordu. Hatırlıyorum da geçen sene bu zamanlarda, pek bir dertli görünüyordu. “Karısı evi mi terk etmiş, neymiş!” diyorlardı. Bende kulak misafiri olmuştum. Anlaşılan eşi çoktan eve dönmüş.
Ve tam solunda duran, iki adamın çay yudumlamaları. Ve gelen her zarda yükselen seslerle, keyifli tavla maçları. Sağımda, sevdiğine serenat yapan genç, gitar çalan kız. Taa ilerideki sitede, akşam sofrası hazırlanmaya başlanmış. Rakı-balık!
Ve yurdumun, yaşamayı seven, güzel insanları!

Yaz gelsin ki, yazılacak sözümüz olsun.

Zira söz uçar, yazı kalır!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Dinlenesi ..

korkuyorum anne al beni içine
alışamadım anne al beni yine
büyüdüm anne evler büyüdü büyüdü pabuçlar yollar büyüdü
orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar
yat diyorlar anne kalk diyorlar
beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar
kapat televizyonu anne seni de kandırıyorlar
kapat televizyonu anne seni de kandırıyorlar
oyunu verme anne
oyunu verme anne
oyuna gelme anne
Yaşar Kurt

19 Temmuz 2009 Pazar

Dünya Fenerbahçeliler Günü!


Bugün kaldırın dünyayı ayağa, ayaklansın evren, bilmem ne yapsın gezegenler! Bugün çarpan yüreklerin, evrende bıraktığı frekansın şiddetini hesaplayabilene aşk olsun! Bugün tüm Fenerbahçelilerin yürekleri, her gün olduğunun aksine daha bir şiddetli, takım aşkıyla atıyor! Bugün herkese ve her şeye karşı duyarsızım! Bugün, varoluşumun tek armağanı Fenerbahçe’min tabiri caiz ise doğum günü! Bugün, Dünya Fenerbahçeliler Günü!
Herkese inat ineceğim bugün Kapalıçarşı’ya… Hatta Kapalıçarşı’daki o bedhah bayrağa inat, giyeceğim Guizalı formamı, çekeceğim üzerime Fenerbahçe’me dair ne varsa! Bugün kanım olduğundan daha fazla, SARI - LACİVERT akıyor !!

Bugün daha büyük hissediyorum, Fenerbahçeli olmanın gururunu!


Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene ve onu içinde hissedene!!

Dünya FENERBAHÇELİLER günümüz kutlu olsun!


Atam bizde izindeyiz, Fenerbahçeliyiz!

Bitmez bu sevda, durmaz bu akan kan! ;)

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Yalın Ayak…




Ve yalın ayak başlar nefret…
Gecelerce konuşamazsın ve kimselerle.
Susamazsın fıkır fıkır yanan ateşin dolgun alevlerine.
Sonbahar bilmez ki yaprak yaprak açan baharı…
Bilmez ki menekşe kokusunun,
burun deliklerinde bıraktığı hazzı.
Ve gecelerce yardım dileyemez ki sonbahar.
Bilmez ki tutam tutam yeşillikleri.
Bilse olmazdı adı, “ sonbahar…”
Güneş bilmez ki, kar nasıl erir.
Bilmez ki güneş nefreti, soğuğu…
Ve bir gece, çöldeki kum tanesi başlatır isyanı…
Çöl bilmez ki evladının tanımsızlığını…
Ve gece yarılarından birinde,
sabaha vurur ay…
Ay bilmez ki yıldızlar ondan uzaktır.
Bilse sevmezdi, sevse bilirdi.
Ve bir gece, yalın ayak başlar nefret.
Gece güneşinde kavrulur ayak.
Ve aya karşı, usulca ulur bir kurt.
Ve yalın ayak bir kurtla başlar nefret…
Ve nefreti tattığı müddetçe serinkanlı olur insan.
Ve bu kez, harbiden de son baharıdır nefretin…
Nefret bilmez ki son baharı!
Son deminde bir çay bahçesinde,
nefreti tatar insan…
“bitse de gitsek…” kıvamında bir boşlukta,biter insanoğlu…
Gider âdem,
gider Havva…
Ve bir gece, yalın ayak başlar nefret.
Gerisi kuzgun sürüsü gibi gelir zaten.
Nefret bir gece başlar
ve
bir gün,
bitmemek üzere devam eder.
Zira gün bilmez ki gece karanlıktır…
Bilse susardı.
Geceye susardı.
*Ve nefret bir gece, başladığı yerden devam eder,
usulca aya uluyan bir kurdun isyanı gibi,
kum tanelerini savurur güneye…
Ve çark, dönmeye başlar kuzeyden.
Gümüşi anıları düşer yalnız akşamlı karanlıklara.
Ve öyle bir gece de, yalın ayak toprakta yürür nefret.
Yarınları parçalanır, irili ufaklı…
İşte öyle bir gece de, devam eder yalın ayaklarda nefret…*
Larsuzra (;

11 Temmuz 2009 Cumartesi

1o.o7.o9 emreaydın Konseri!



Günler hatta haftalar öncesinden planladığımız gibi, saatler yedi buçuğu gösterdiğinde konser alanında olduk. Burcu bizim için, sahneyi en iyi şekilde alan bir yer tutmuştu. Başta yeni yetme gitarcıların o bayıcı konserini izledik. Sonra,”Ah, Eray da burada olsaydı…” dedirten, Yunan dans gösterisini izledik. Bursa Yöresinden sonra da, Fransızların gösterisi başladı. Ama o da neydi? Yağmur başlamış, alanı kara bulutlar sarmıştı. Daha yağmurun iki üç damla çiselemesiyle, neredeyse bütün alan boşalmıştı. Aniden bastıran yağmur, bizi hazırlıksız yakalamıştı. Öyle ki, Gökçenur’un şemsiyesi bile pek işe yaramamıştı. Neyse, yağmurun altında kısa bir ıslanmadan sonra, Burcu’nun babası arabayla gelip aldı bizi ve evlerimize bıraktı. O kadar üzgün ve yorgundum ki. Günler öncesinden, bugün için hazırlanmıştık. Ama bu yağmur da Emre Aydın’ın sahneye çıkmamasını diliyordum. Ne de olsa evdeydim ve bir daha da gidemezdim konser alanına. Ama o da ne? Ablam aradı ve Emreaydın’ın konser hazırlığında olduğunu, on dakika içinde sahneye çıkacağını söyleyen Ziya’yı dinletti. O anki üzüntümü kimse tahmin edemez. Tam oturmuş, her şey bitti bari ablamlar eğlensin derken, Gökçenur’dan mesaj geldi: “ kanka, aşağıya in, konsere gidiyoruz!” Saat tam 22.23 idi. Ve 22.30 da sahneye çıkacaktı Emre Aydın… Sağ olsun bu kez Gökçenur’un babası bizi konser alanına tam vaktinde yetiştirdi ve protokolde oturabilmemiz için arkadaşını aradı. Ama her yer tıklım tıklım dolu idi ve bize yer yoktu. Biz Gökçenur ile dönmeyi düşünürken annesi geçiş yolunu bulmuştu bile…
Şimdi nerede miyiz? Sahne önündeyiz! Başından yakaladığımız konseri, sonuna kadar, her şarkıyı tekrar ederek geçiriyoruz. Konser bununla da bitmiyor. Emreaydın bizim olduğumuz yöne geliyor ve Gökçenur’la ikimiz başlıyoruz el sallamaya. El salladığımızı gören Emre, bize daha da yaklaşıp, sıcacık gülümsemesiyle, el sallamamıza karşılık veriyor. O güzel şarkıları birlikte sıralıyoruz dilimizde, gönlümüzde, ellerimizde ve alkışlarımızda…
Sonlara doğru klasik gitarı eline alıyor Emre. Gökçenur’un kulağına eğilip: “ gör bak, Git’i söyleyecek!” diyorum… Ve Git başlıyor! Mest oluyoruz, mest! Ve şarkının sonlarına doğru Emre, bizim olduğumuz tarafa gelip gelip gidiyor. Sonunda çığlıklarımıza karşılık veriyor ve gelip elimizi tutuyor… O kadar harikaydı ki…
MFÖ’den “ Ele Güne Karşı Yapayalnız”ı söylemeye başladığında, adeta göbek atıyoruz. E, bunu gören Emreaydın, bize karşılık vermez mi? Verir verir! Yanımıza geliyor ve oda başlıyor bizimle oynamaya…
Söylediği tüm şarkılardan zevk almıştım elbette. Ama o üç şarkı beni bitirmeye yetmişti. Söyleyeceğini asla tahmin etmediğim şarkısı, Gülümse Şimdi, Sensiz İstanbul’a Düşmanım ve Gökhan Kırdar’dan Yerine Sevemem!
Belki Bi Gün Özlersin şarkısı ve teşekkürleriyle son buluyor konser. Her şarkının ardından, “Büyükçekmece(İstanbul) Sağ olun çoook!” diye bağırıyor. Çok zevkli, fıkır fıkır bi rock konseriydi… Bu geceyi, unutulmazlar listeme ekledim bile…

Demek ki neymiş? Yağmurda da olsa, bırakmazmışız Emreaydınımızı (:

E, bu geceden de ne anlamış oluyoruz? Kaderin ve kısmetin önüne hiçbir şey geçemezmiş… (:
Teşekkürler Emreaydın ve ekibi,
Teşekkürler Büyükçekmece Belediyesi,
Teşekkürler kanka! :D

-Ve Gülümse Şimdi (Bebeğim)
Sakın ağlama, tanıdık yalnızlık, evvel Allah tanıştık evvelden
Kokunu bırakma, çok sevdim kokunu, bilemezsin al götür kokunu
Çocuktun hep sen, elinde balonla...
Engel miydim ben? İğne miydim?
Bir bakmışım ki ben, elmalar düşmüş, tükenmişiz, kepenkler inmiş...
-
Ve uğraşmak anlamsız
Yüzündeki yabancı
Her geçen saniye bana daha yabancı.
Ve böyle olmasın bildiğim gibi kal sen
Her geçen saniye daha da zorlaşmasın
Veeee gülümse şimdiiii !!!
Haklıydın hep sen, acılar bedava, mecburduk hep uzaktan bakmaya
Çok yorgunum ben, eski bir saat gibi...
Hırpalandım Isssstannnbulll gibi !!!

Beeebeeeğiiimm...
Oyunun en güzel yerinde zil çalınca üzülürdük ya...
Öyyleyiiimmm !!!

7 Temmuz 2009 Salı

02.07.09 Doğum Günüm...


Yine söylüyorum…yine söylüyorum işte: “ Hediyelere alıştırılmış bir yaşamdan sıyrılıp…” Aynı zırıltı diyor bir çoğu… bense eminim aynısı olmadığına… sadece içimdeki hisler aynı… sadece büyüyorum, yaşlanıyorum, gençleşiyorum, sorumluluklarım artıyor ya da siz her ne demek isterseniz öyle oluyorum… On altı yaş, bir çoğu için, ‘çok’ küçük. Biliyorum, belki zerafetinden olsa gerek, bu yaştan hiç de memnun değilim. Zira yaşlanıyorum. Soluğumu atmosfere bağışladığım her an, yaşlanıyorum!Faniyetin kaçılmaz tuzaklarından biridir yaşlılık.
Bu doğum günümde de durmadan sayıkladım, hediyelere olan nefretimi… Zira istemedim kimsenin kutlamasını doğum günümü, hatırlamasını, hatırlanmamı… Bir çoğu bunu bildiği için, bakışlarıyla doyurdu beni 2 Temmuz günü… Hala daha, minnetlerimi iletiyorum onlara…
O gün iyiydi, süperdi, harikaydı… Ama eksikti… Hiç bi kutlama, onun yerini alamazdı. Zira bağımlılık yapmıştı. :p
O gün en güzel hediyeyi, canım arkadaşlarım verdi bana. Hediyeden kastım, pakete sarılmış ve onca zahmetle para harcanıp alınmış şeyler değil. O gün beni en çok, 'küçük' bakışlar mutlu etti. Sürekli aynı şeyleri tekrar eden ve: “artık akraba olduk” diyen Eray, dünyalar tatlısı Ezgim, Ömerim, Burcum, Gökçenurum, Begümüm, Canım ablacıklarım, benden millerce uzakta da olsa kalplerimizin hep birlikte attığına emin olduğum Kübram ve daha isimleri saymakla bitmeyecek birçok candan arkadaşımın kutlamalarıyla güzel bir gün geçirdim. Geceyi kötü bitirdik… Hala da yüzüne baktıkça acısı çekiyorum ama en yakın zamanda bunun da üstesinden gelebileceğime inanıyorum. Biraz destek lütfen(!)
Yine de her şey bi harikaydı… benim için düşünülmüş bir parti… Süslenilmiş, koskocaman bahçe ve müzik… her şey o kadar güzeldi ki, emeği geçen herkese, (başta ablam Nil, Nur ve cici komşularımıza) minnetarım… O gece sabaha kadar şarkılar söylenip eğlenildi. Kumsalda çılgınca oyunlar oynandı.
Sonra canım Erayım bana özel bi kutlama hazırladı. Baş başa eğlendik, yedik, içtik… Dahası mı, Volkanımı gördüm! Evet, ne yazık ki Volkan İsviçre’den döneli bir buçuk hafta oldu ama ben onu yeni gördüm.
Uzuun uzun sohbetler edildi. Utkuyla dertleşildi, şikayetler alındı, belleklere kazındı. Sonra Utkuya en incesinden bi söz verildi, kaçacağız diye! Evet, kaçacağız! :) Ama öyle uzaklara değil, sadece İzmir’e kadar gideceğiz. Zaten Utku İzmir’de yaşıyor. Eh, o benim için buralara kadar gelmişken, benim gitmemem de abez olurdu! İzmir’den de ver elini Foça, Rock Tatili… Sonra ameliyat ve eve dönüş… Amaan her neyse! (:
Haa, bu arada, ameliyat haberim geldi! Temmuz sonu ya da Ağustos başı, tabiri caiz ise ameliyat masasına yatıyorum!
Ne ise ne! Öyyle güzel bi doğum günüydü ki, tadı damağımda kaldı! Seneye daha az hediyelisiyle, umarım!
Sevgiyle, sağlıcakla… Bir yaşı daha atlatmış bulunmaktayım! Haydi hayırlısı! Gerçi yeni yaşıma ağlayarak girdim amaa, dedim ya atlatacağız, el ele!

Nasıl başladıysak, öyle bitirelim!
Yine söylüyorum...
Yine söylüyorum işte: "Bugün benim doğum günüm, kelimeler büyüyor ağzımda, bildiğim tüm hayatlaaar!"

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Istanbul'da ?

yol kenarında oynayan çocuklar gibi
topum kaçtı bugün yola
evin önünde sulanmayan çiçekler gibi
başım düştü saksıma
*
Istanbulda kimim var?
kimin için bu toz duman?
Istanbulda neyim var ?
ne kaldı ki kalabalıktan ?
*
kaçamayıp da saklanan kedicikler gibi
sığındım senin sıcaklığına
sevemiyorsan istanbulu benim gibi
kaçalım yine bozkırlara
*
Istanbulda kimim var?
kimin için bu toz duman?
Istanbulda neyim var ?
ne kaldı ki kalabalıktan ?
*
yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi
alıştım ben yuvarlanmaya ..
Istanbulda ne kaldı ki!
(PinhÂni. .)
İzmir'in en samimi yurttaşı, kardeşim!
*
Utkuzrarzutku!
.. Dedim ya, ben Istanbul'a değil, Istanbul'un yaşanmışlıklarına Âşığım.. ;)

2 Temmuz 2009 Perşembe

(-)

Ellerimi titretiyor yangının. Alevlerin büyüdükçe gözümde, kalbin sığmıyor nefesime. Susturamıyorum sebepsiz akan çirkinliği...
Bugün satır satır yazdım seni. Hiç üşenmeden hem de. Yazılacak o kadar çok satır varmış ki oysa ben yeni fark ettim. Nihayet kalem elimden düştüğünde, bitmiş tükenmiş gözlerimden eser yoktu.
İncinmiştim.
İncitmiştin.
Güzel olan bi şey yoktu. Bıraktım ellerimi kalemime...



DipNot: Bugün benim doğum günüm.. Kelimeler büyüyor αğzımdα.. Bildiğim tüm hαyαtlαrlα, yαşLαnıyorum!