28 Şubat 2011 Pazartesi

bir fotoğrafa


Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

Nazım Hikmet Ran

Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı


biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni


ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

uyandım uyandım, hep seni düşündüm
yalnız seni, yalnız senin gözlerini


sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım
ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki

tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
bu böyle pek de kolay değil gerçi...


alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki


İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
yalvarırım onu okuma çarşamba günleri...

Cemal Süreya.

19 Şubat 2011 Cumartesi


Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

10 Ekim 1945 - Nazım..

18 Şubat 2011 Cuma


"seni düşünmek güzel şey,  seni düşünmek ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
fakat artık ümit yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum"

Nazım..

10 Şubat 2011 Perşembe

hayat ?


Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.
Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun.

OSHO

4 Şubat 2011 Cuma

gitmek.



Ey sevgili! Seni sevmekten ve düşlemekten asla vazgeçmedim.
Sen benim Diego Rivera’msın
Yıldızlarsın sen
Ay ve bulutlar
Haberlerdeki F16'lar
Kırmızı yatağımdaki o koca bedensin.
Çekmecemdeki son sigara
Beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin.
Bir kuş misali uçarak gitmek istediğim adamsın.
İran’sın, Suriye’sin.
Habur’da nöbet tutan askercik.
Mezepotamya’daki en vahşi kıpkırmızı gelincik.
Üzerine yattığım uçsuz bucaksız boz bir vadisin.
Marlon ve Brando’msun.
Küvetimde yatan şişman bir melek.
Sevincim acılarım tüm arzularım.
Tiyatrodaki istiklal caddesindeki eşim.
Gabriel Garcia Marquez’in son mektubusun.
Ve ben de o zorbadaki her tarafından şehvet fışkıran o şişman kadınım.

Kim uçurdu acaba kafamı?
Ben kafam olmadan da yaşarım.
Çünkü elim kolum bacaklarım var sana ulaşmak için
Ve bir de bir el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bi kalbim..

yağmur & şiir.


şiir yazdım.
saat gecenin üçü.
sabah da olabilir aslında,
pek fark etmiyor.

şiir diyorum,
dua eden çocuklar için yazdım.
sonra oturdum, dua ettim.

biri benim için de şiir yazsın istedim.
yağmur yağdı ardından,
camdan içeriye sızan damlalardan fark ettim.

kapı çalıyordu bir yandan,
ben şiir yazarken.
yağmur da yağıyordu.
ve ben her mısrada bir kez daha ölüyordum kaptan.

yağmuru ve ölümü beklerken ölmek gibiydi bu.

sonra hikaye bitti,
şiir oldu.
ben uyudum,
saat sabaha karşı beşti..

2 Şubat 2011 Çarşamba

aynı şarkı.


kayı şehir hasretiyle mesela,
zordur yeni bir güne başlamak.

bankta oturuyorduk az önce.
elleri dizlerini dövüyordu bu kez.

ve başım omzunla her buluştuğunda,
bir yeni şarkı daha yazıyorum.

keşke biraz olsun sevseydin deri koltukta sevişmeyi sevdiğin gibi beni.
kayıp geleceğimizin kulağına masallarımı fısıldıyorum.
ve sen rüya gören çocukları aniden uyandıran kötü bir anne gibisin.

şimdi hatırlıyorum da,
ben son şarkımı yazdığımda
arabanın arka koltuğunda oturuyordum
ve vedalar kalıcıydı sevgili.

bir şarkı.


ben bir şarkı yazmıştım,
elleri ellerimde
ve az önce gözleri gözlerimdeyken.

sesi boğazımı yakıyorken.
nefesi boynumu yalayıp,
dili kalbimi öperken
hep şarkı yazardım ben.

bir şarkı yazmıştım ben,
elleri ellerimde
bir çay bahçesinde otururken.

İki çay söylemiştik, demli.
Ve bardakla gelen ikişer şeker eşliğinde,
bir şarkı yazmıştım ben.

sonra ne oldu hatırlamıyorum..