30 Haziran 2009 Salı

Kedi Kurtarma Operasyonu



Dün gecenin saat iki buçuğunda uyumamaya yemin etmiş gibi yatağın içinde bir sağa, bir sola dönüp duruyordum. Zaten yaz gecelerinde bu dönüş, katıksızdır... Ve olmaması imkânsızdır. Her neyse, bu gece de diğer geceler gibi uykum kaçmıştı. Balkona çıkıp, hava almayı düşündüm. İyi ki de çıkmışım diyorum şimdi. Yoksa kaçıracaktım tüm eğlenceyi...
Balkona çıktığımda şok geçirmemle olayı kavramam yaklaşık olarak beş dakikamı aldı. Yan binanın en üst katında oturan Serken Abinin Nazlı kedisi, balkon kenarlıklarında öylece duruyordu. Ne ileri ne de geri giden Nazlı kedi, çok korkmuşa benziyordu. Annemlerde balkonda, kurtarma operasyonunu ilgiyle izliyorlardı. Madem uyumayacaktım, onlara katılmamda bir sakınca yoktu.
Hakkını vermeliyim ki, kurtarma operasyonunun esas kahramanı, Cevdet Bey ve karısıydı. Serkan’ın ne kedi ne de dünya umurunda değildi. Finallerini tamamlama çabasındaydı uzun bi süre... Ve bitmiş finallerin ardından uykusuzluktan öldüğüne dair yemin bile edebilirdim.
Her neyse...
Onca uğraşa rağmen Nazlı kedinin içeri girmeye niyeti yoktu. Saat dörde geliyordu ve kurtarma operasyonu tamamlanmış değildi. En sonunda dayanamadım ve yatağa yattım. Daha kim bilir kaç saat uğraşmışlardır...
Saat sabahın beşinde telefonuma gelen mesajla irkildim. Serkan abidendi mesaj... “Canım, Nazlı kedi içeri girdi... İyi geceler...” tarzı bi şeydi herhalde o uykulu halimle ne olduğunu tam olarak anımsamıyorum.
Sabah kalktığımda ilk iş Serkan abiye seslenip, Nazlı kediyi nasıl içeri aldıklarını öğrenmek istiyordum. Ama seslenmeme gerek kalmadı. Bizim usul izleyicilerimiz (annem ve babam) olayı saniye ve kare şeklinde anlattılar bana. Meğer Nazlı kediye bir kuş saldırmış. İlginç, öyle değil mi? Bir kediye kuşun saldırması. Sonrasında etraf boşalınca, içeri kaçmış kedicik. Daha o kadar küçüktü ki patileri, acıyıverdim ona...
Neyse, kurtulmuş olmasından dolayı çok mutluyum .. Umarım bir daha böyle çılgınlıklar yapmaz kedicik Nazlı :)

23 Haziran 2009 Salı

“Önümden gitme
Seni takip edemeyebilirim
Arkamdan gelme
Sana yol gösteremeyebilirim
Yanımda yürü
Ve yalnızca
dostum kal…”

20 Haziran 2009 Cumartesi

Hayatın zar atışı, kalbin teklemesi, böceklerin ayak sesi...


Gördüğümün o endişeli gözlerden farklı olduğunu bilen tenha sokak ve beni bırakmak istemeyen, ayağıma engel olmaya çalışan milyonlarca ama milyonlarca, dev karınca. Saklambaçta sobelenişimden asırlar geçmiş, izimi unutmuşum dar sokaklarda. Bilmediğin kaç cümle devirdim, senden habersiz caddelerde. Bilmediğin kaç mısrayı doladım diline de vazgeçiremedim seni sokaklardan. Sen bilmeden alıp başımı gittim bu şehirden ceketim ve koltuk değneklerimle. Sen bilmediğinde titredim ve sokuldum bir kedinin cansız bedenine, bedeninin uyuşmuş soğukluğuna, nahoş kokusuna ve atmayan kalbine. Ödünç aldığım kaç sözcüğü geri vermek için yazar arkadaşlara, kaç kez atıldığım yollarda halt edildim cani kaplumbağalara.

Bak şimdi söylüyorum ve bir daha tadını almamak için gidiyorum. Eğer inansaydım gerekli olduğuna yahut seni acıtacağına bilirdim sahte sokakların ürkekliğini. Oysa sen titreyen yıllar kadar ince kalbi avuçlarına almış, sessizliğinle derlemiş-toplamış ve geleceğe ödünç vermiştin. Sen bilmeden atan kalbimi böceklere yem, sessizliğine terbiye etmiştin.

Gerekli olduğunu bilmeden hangi piyonu devirdim ki? Saklayamadığım amaçları biriktirip omuzlarımda, nefret ederdim satrançtan. Adımını sayarak atan bir sürüngen misali, hamleleri takip etmenin akışkansızlığından, nefret ederdim. Oysa sürüngenler, adım bile atmazlardı ki!
Bilseydim yanı başımda tüteceğini nefesinin, soluğunu duyabilmek için kaçmazdım. Hasat zamanında bir uyarı alabilseydim senden, eteğimi yırtar, boğazımdan akıtırdım nefreti. Soluğum kirli havaya aldırmadan, eller havaya misali, kovboyculuk oynardık. Belki ben yenilirdim, belki de sen.

Oyunun hangi raddesinde devre dışı kalacağını önceden sezmek gibiydi o sokaktan kaçmayı düşünmek. Yalnızca düşünmüştüm. Ama dev karınca ordusunu hesaba katmamıştım. Eskilerde ellerimi uzatıp gökyüzüne, en yüksekten yakalamak için kar tanelerini zıplar dururdum bahçemde. Bakışlarına aldırmadan gözlerimi devirir ve topraktaki karıncaları saklardım kalbimde, ezilmiş ruhumda ve bedenimde...

Bilmeden oyundan atsalardı beni, inan kanım daha derinden akmazdı. Akışkansızlığımı korumak için çırpınmazdım bunca asır. Beni bırak da, en çok mevsimim kızdı bana dün gece, o dar sokakta. Böyle koşturmak için vaktin geç olduğunu belki yıllardan üç bin bilmem kaç ama aylardan Haziran olduğunu söyledi. Böylesine yaz sıcağını andıran, demek tatlı sohbetler değil de, acısını içinde yaşayan bir Haziran idi. Haziran’da şehre yağmur düşmüş, kalbe solungaç eklenmişti. Asır, en soğuk Haziran ını yaşıyor ve satırlara yazıyordu. Aslında hayat, bu asır da, Haziran dan da soğuktu gözlerinde. Soluk gözlerini kısıp bana bakan sen değil de, senin ölmüş kedilerindi... Ben yüksekten hiç korkmazdım da, korkanları şimdi anlıyordum. Mevsim geçmiş, aylar tünemiş ve bahar nüksetmişti kalbine. Kalbin bahar sarhoşluğuyla dolu, aklın mevsimin huzurundaydı. Kendi sonunu hazırlamış bir kurban gibi unutulurken o ıslak sokaklarda, acımı en çok kaldırımlar paylaşmıştı. Soluk alıp vermek bi yana, en çok gökyüzüne bakmayı özlemiştim.

Acımı derinime itip, yaşlarımı silmiştim. Hani öncedendi hayat, hamleni belirlemek. Şimdi -yalnız- zar atıp, şansına oynamaktı. Bilekten güçlü beyin olmaz derlerdi de, ben en çok parmakların gücüne inanırdım. Okuyup okumamam gerektiğini bilmeden, hızlıca susadım sana. Gözlerimi kırpıp, ellerimi birleştirdim. Her bir hamlende mat – olmaktansa, tek bi zarla mars olmayı tercih ediyordu kalbim. Daha dün hayatın zarını tutmuş ve ne olacağını bilmektense, zarların dönüşünü izlemeyi seçmiştim. Son şansımda, son kez kulağına fısıldıyordum dar sokakların keskin çığlıklı köprülerinde, ‘arkamdan gelme!’ diye... Doğru yol değildim. Hiç olmamıştım. Zira artık ben bir yolda bile değildim. O sevimsiz, köhne acemilerin yanına çöküp, bir tutam hayatın paradoksunu çekiyorum içime. Sen giderken kapıya asılı böceklerini bıraktığını anımsıyorum. Şimdi devleşmiş, güçlenmiş ve bana kin beslemişlerdi. Aslında ne hissettikleri önemli değildi.

Korkuyordum. Bu iyiye işaretti, bu sevimli ve mayhoştu.
Ama ben böceklerden değil, böceklerin ayak seslerinden korkuyordum.
İşte bu hayattı, bu hayatın sınırındaki paradokstu...
***


" Hayattan ve hayatın getirilerinden korkan, saçma hayatlar topluluğuna.
Korkutucu olanın böcekler değil, böceklerin ayak sesleri olduğuna inanan insan kesimine.
Zar atıp kazanmaya, hayatın adım adım izlenmemesi gerektiğine inanan yaşayan canlılara.
Ve umutla asırlarda kulaç atan tüm insanlara. —Ulaşabildiklerimize- "

15 Haziran 2009 Pazartesi

Büyümek...


Ve düzen bozulur..
Bir el uzanır sana ağaç dalından..
Fark edemezsin.
Ağaç büyük, el kısa gelir, uzanamazsın...
Ardından düzen bir daha asla düzelmez...
Ve ümit biter bir gün.
Endişe kelebekleri sarar gövdeyi, istesen de kıpırdayamazsın.
Çırpınır durursun dakikalarca.
Dakikalar, yıllar gibi gözükür gözüne...
Ardından bir daha ümitlenmezsin.
Ve kalem kırılır bir zaman sonra.
Sen bunu da kaçırır,
Tozlarına ayrılırsın...
Paramparça olur, kırılır, incinirsin ve bir son dersin.
Ardından, bir daha asla, sonu olan şeylere adım atmazsın.
Ve hayat kayar bir gün.
Hayatla birlikte senin de ayağın kayar,
Yolunu şaşırırsın.
Türlü türlü insanlara dönüş yolunu sorar,
hiçbirinden adam akıllı bir cevap alamazsın.
Bir gün bağlanırsın, kalırsın, gidersin, terk edersin, terk edilirsin, düşersin, ağlarsın, gülersin, emin olursun, güvenirsin, yıkarsın duvarları, sınırları aşarsın,
Ve bir gün, sende büyürsün.
Ardından bir daha asla çarpık hayatlarla ilgilenmezsin...
Ve yaşama bir dakika kala, unutursun nefes almayı,
Boğulursun.
Heyecanın, ümitlerin, korkuların ve heveslerin boğar seni.
Hayallerini anımsar ve kulaç atarsın dakikalarda.
Saniyeler kovalar seni.
Yaptıklarını düşünür ve vazgeçme aşamasına gelirsin.
Hayallerin durdurur seni,
yolundan caydırmaz.
Hayalleri yaşatır insanı.
En yaşanılmayacak yerde bile, hayalleri umutlandırır insanı.
Ve bir daha asla, hayal kurmadan uyumazsın.
Asla nefes almayı unutmaz, değer verirsin dakikalara.
Ardından, bir daha asla büyümek istemezsin.
Büyümek, gözüne hiç de tatlı gözükmez bir daha!

14 Haziran 2009 Pazar

Hayatımın Şarkısı!


Günlerden neydi, saat kaçtı, neredeydik ve bundan sonra nerede olacaktık, hiçbir fikrim yoktu... Olmasını da istemiyordum zaten... O gece beni ilgilendiren tek şey, bu şarkıydı... Kulağıma çalınan bu melodi tanıdık, mayhoş ve baş döndürücüydü... Mutluydum... Uzun zamandan sonra, yeniden kulağıma çalınan bu şarkıyı tanıyabildiğim için, mutluydum...
Hayatımın şarkısı diyebilir miydim O’na?
Evet. Sanırım o benim hayatımın şarkısıydı...
Bir ömür boyu, hiç bıkmadan dinleyebileceğim bir şarkıydı... Her bir tınısını bildiğim o mayhoş şarkı, bu gecede yapması gerekeni yapmıştı...
İşte, hayatımın şarkısı!
REM-Loosing My Religion

12 Haziran 2009 Cuma

Kıskançlık aktıgında durmaksızın damarlarımda
Sen ilacımsın,susuz yuttuğum
Bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan..

Bitiş ve Başlangıç...

Bitime ayların kaldığını hesaplıyorduk en son... Sonra ne oldu? Tüm hesaplar uçup gitti ve karne günü geldi... Biliyorum... Diyorsunuz içinizden: “Daha bu ne! Daha neler görecek ömrün, cismin... “ biliyorum...
Günün başında hiç olmadığı kadar çok sıkılmıştım. Ama ödül töreninin başlamasıyla keyfim yerine gelmişti... Aslında kürsüye en son çıkmak isterdim ama birinciliğimi sona saklayamazlardı, öyle değil mi? İsmimin anonsu ile kürsüye çıktım ve ödülümü aldım. Ardından da karnemi...
Günün en harika yanı, yüzümdeki tebessümle, daha asırlar boyunca yanımda olacağını hissetmekti.. Bugün sevdiğim bütün hocalardan, yazın görüşme sözü aldım... Bugün her biri beni mutlu etmeye yetti... Bugün verilen sözler tutuldu, gelecek umutlandı... Yeni yelkenler açıldı, yeni yeminler edildi ve yeni umutlar gözüktü ufukta...
Bugün yanımda olan arkadaşlarıma, çok çok sevdiğim hocama, kankama, aileme ve değerli öğretmenlerime teşekkür ederim...
Huzurlu bir yaz tatili geçirmemiz dileğimle... Dilimde Bertuğ Cemil’den ‘Yandım’, ruhumda huzur ve kalbimde özlemle, mutlu tatiller !
Seferihisar’a ve Volkanıma kavuşmama haftalar kala, mutluluktan uçuyorum !

9 Haziran 2009 Salı

BaşLık ?

Tamam, soru sormaktan vazgeçtim.
Çünkü hava çok sıcak...
Düşünmekten nefret ediyorum...
Yokuşa sürsem beynimi.. Düşünmekten vazgeçerim belki...
Seferihisar'a, Eskişehir'e, Volkanım'a kavuşmama kaç kaldı bilemiyorum...
Dua edin dostlar, ölmeden önce Volkan'ın maçını görebileyim :D
UrLama gitmek ve bahçede uyumak istiyorum..
Gelsin Pinhani, gitsin Teoman misali, bi yaz tatili istiyorum..
Hemşerim AysunLa Bulgaristan'a göçmek, kankamLa Kordon da takılmak istiyorum..
Yaz geldi, Arzu kendine gelemedi !
Volkan'ın gelmesine 14 gün kaldı !
Yaz gelsin, yazılacak sözümüz olsun!


( Alacakaranlık, Emmet : Bebeğiim, hadi ama bu sadece bi oyun ! :P
: Baby come oon, its just the game ! :P )

3 Haziran 2009 Çarşamba

Bazen ..

Bazen nefretim büyüyor... Nefes alamıyorum.. Kulaklarım çınlıyor, gözlerim doluyor ve boğazım düğümleniyorum..
Bazen nefret ediyorum insanlardan ve tüm kainattan... Pişman oluyorum bazen. Keşke zamanı geri alabilmek mümkün olsa ve ben yeniden, yaşamın o karesine akabilsem. Keşke hayat istemediğimin aksine, bana bakıyor olsa...
Bazen soğuk ve sert bir duvar çarpıyor yüzüme. Bu esnada kalıplaşıp suretler, derinleşiyor yaşlar.. Bazen acı da, nefret de gizlenemiyor.. Bazen kopup geliyor içimden haykırmak. Dinlemek istemiyorum o sesi... Ses kesiliyor.
Bazen sessizlikle korkuyorum.. Ve bazen nefret ediyorum.. İnsanlardan ve kainattan..
Ne yazık ki, şuan da, tüm bu bazenleri içimde hissediyorum..
Ani kararlardan nefret ediyorum. Ama bu o kadar ani oldu ki..

1 Haziran 2009 Pazartesi

Fikret Karaman !

Bu sene can alıcı umarsızlıkların tam ortasında buldum kendimi. Bu sene en çok insanlardan nefret ettim. Hepsi soğuk, hepsi acımasızdı gözümde. Bu sene en çok korktum, ağladım, vazgeçtim ve en çok bu sene ‘asla’ dedim. Neredeyse tamamının nedeni, alışma döneminde olmamdı. Kendi psikolojimi irdelemek gibi bir huyum yoktur ama görünen köye kılavuz bahşetmek, saçma olur...
Her neyse... İlk dönemin başında, bütün hocalar gözüme harika, dersler muhteşem gözükmüştü. İlerleyen zamanlarda hocalarla ilgili görüşlerim elbette değişti. Her neyse, dönem muhasebesi yapmayacağım. Bugün yalnızca sizin için yazacağım...
Dönem başında gardımı almış, sizi tanımayı bekliyordum. Başta sizin hakkınızda söylenenleri yalanladım. Ancak geçirdiğimiz ilk matematik sınavının ardından, Fikret Karaman’ın gerçek yüzünü gösterdiğini düşünmüş ve hakkınızda söylenen bazı şeyleri doğrulamıştım.
Ancak daha dönemin başındaydık ve ne olduğumuzu, neler yapabileceğimizi bilmiyorduk. Başta bu konuda hiçbir şey bilmek istemedim. Fakat zaman değiştikçe sizi tanıma hızım değişti.
Evvela okurlarıma seslenmeliyim buradan. Ben matematikten hiçbir şey anlamam. Aslında anlamam değil de, kim, nasıl anlatırsa anlatsın, yapamam. Bunu utançla belirttikten sonra konuya kaldığım yerden devam etmek istiyorum...
Matematik son sınavından da çıktıktan sonra anladım ki, yapamayacağım. Her şeyi göze aldım ve sizin yanınıza geldim konuşmak için. Amacım yalvarıp yakarmak, karneme geçer not vermenizi sağlamak değildi. Yalnızca yapamama sebebimi aktarmak istiyordum. O gün Fikret Karaman’ın bahsedilen ikinci yönünü gördüm. Ama ben diğerleri gibi sevimsiz bakmadım bu olaya. Aksine beni dinlememeniz, benim için büyük bir fırsattı. Madem konuşamıyordum sizinle, oturup ne düşündüğümü yazmalıydım satırlara. Bende tam öyle yaptım. Oturdum ve neyi yapıp, neyi yapamadığımı yazdım. Korku ve tereddüt içinde yazıyı size verdim ve bu konuyu oracıkta kapadım.
Ardından an aktı, döndü beynim yerine. Dönem ikideydik. Devir değişmiş miydi? Hayır. Ama yaşayacaklarım değişmişti. Kendim mi değiştirmiştim? Bilmiyorum ama pişman olmadığım bir şey yapmıştım ve dönem ikide her şey yerli yerine oturmuştu.
Artık kesinlikle yalandı sizinle ilgili söylenenler. Siz birdiniz, siz çok iyiydiniz. Artık aynı dilden konuşmaya başlamıştık sizinle. Bu iyiydi, bu bir adım ötedeydi.
Artık tereddüt içinde yazmıyordum size. Yazıyordum, çünkü size ulaşabilmenin tek yolu bu idi. Seviyordum yazmayı. Artık benimle ilgili her şeyi biliyordunuz, biliyorsunuz. Bu satırdan sonra, hiç pişman olmadığım şeyleri yeniden hatırladım. İyi ki de diyorum. İyi ki de hocam J
Bu yazı oyunu ilgimi çekmiş, dolayısıyla çok hoşuma gitmişti. En çok size yazarken keyif alıyordum. Cevap vermeyeceğinizi bile bile... Sonra an döndü, vakit geldi Mayıs’a... İlki ya da sonrası... Cevap alabiliyordum artık sizden. Sonları mı seviyordunuz, tam olarak anlayamamıştım ama bu yazı oyunu her şeyin üstesinden gelmişti.
Şimdi herhangi bir konu hakkında, herhangi bir şey yazarken, ilk aklıma gelen siz oluyorsunuz. Herkesin en değer verdiği, en sevdiği hocası olurmuş ya, benimkilerden biri de sizsiniz... Bu kez siz somutsunuz, siz paylaşmaksınız. Zira seviyordum yazdıklarımı sizinle paylaşmayı.
Konuyu fazla derinleştirmeden, sadede gelmeliyim sanırım...
Sizinle paylaşabildiğim tüm yazılar için teşekkür ederim.
İyi ki varsınız hocam... İyi ki benim hocamsınız... İyi ki tanıdım sizi... İyi ki bu kadar yakındı yörüngelerimiz.
Buradan, satırlara aktaramadığım tüm ‘iyi ki’leri size bahşediyor, bunlarla yaşamanın mutluluğunu sunuyorum...

Şimdi gerçekten, iyi ki varsın Fikret Karaman!

Saygılar, sevgiler...


Dipnot: Tanıdığım en harika matematik hocasına, sevgilerimle... (: