31 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni Yıl..


Bir yıl daha bitiyor. Takvimden bir yaş daha attık hepimiz.

Ne mutlu ki bir senenin bitişini daha görebiliyoruz. Ve ilk kez, bir yılın bitmesine öylesine seviniyorum.

Hayatımın en zor yılını da geride bırakıyorum böylece. Yeni kararlar alıp, kendi kanunlarımı yazdığım, duvarlara asıp ardından kaldırdığım, bitsin diye her saniyeyi saydığım, avuçlarımdan kan kaybettiğim, takımıma sürülen lekelerle en zor zamanında yanında olduğum, haftalarca evden çıkmadığım, günlerce yemek yemediğim, ağladığım ve hemen ardından huzurla gülümseyip uyuduğum ve inandığım, güvendiğim insanları yitirdiğim bir yıl oldu.

Buradan kaldığında, anlaması güç gelebilir. Demek istediğim, zor bir yıldı 2011. Vazgeçişlerle doluydu. Savaşlar ve cephelerle.
2011’den kalan neydi derseniz, yaşanılan her kötü şeyin iyi bir sebebi varmış, bunu öğrendim.

Canın yandığında ne yaparsın? Ne dindirebilir acını ya da dindirebilir mi bir şeyler…
Ben canım her yandığında, sayfa sayfa iz ararım. Kitap aralarında, not defterlerinde, telefon kayıtlarında… Elimin uzandığı her yerde, canımı acıtana dair bir iz ararım. Geçeceğinden ya da o izin kalbimi iyileştireceğinden değil. Sadece, bir parça olsun güçlenmemi sağlayacağından. Acıyla yüzleştirmek olgunlaştırır insanı. Zaman ya da zaman içinde yer değiştirenler değil. Acının sebebini bilmek ve kabullenmektir esas olan.

2011’de acılarımla yüzleşmeyi öğrendim ben. Hatta biliyor musunuz, daha önce neden yapmadım diye de sorguladım kendimi. Uzun ve zorlu bir dönemdi benim beklediğim. Günahlar ve sevaplar karşılaşacak, hangisi ağır basarsa acım oraya yönelecekti. Sandığımdan çok daha kolay oldu.
Bir sabaha, içimdeki boşlukla uyanmanın ne kadar süreceğini düşünerek kavuştum. Haftalar ya da aylar değildi harcayabileceklerim. Canımı acıtan her neyse, onu acıtmak değildi istediğim. Ondan böyle kurtulamayacağımın da farkındaydım.

Ve sonra ne mi oldu? Beni neyin üzdüğünü düşündüm. Neden üzdüğünü ve benim buna nasıl izin verdiğimi. Bu kadar basitti işte. Acıyla yüzleşip, ondan kurtulmuştum.
2011’i yalnızca acı ile özdeştirmek biraz haince olabilir, lakin hatırımda kalan en güzel anım acılarım.

Yeni yıl için dile pelesenk olmuş birçok dilek olabilir elbet.
Benim öyle çok dileğim, duam ya da isteğim yok yeni yıldan. Büyüdükçe olmayacak dileklerden vazgeçebiliyor insan.

İçimizden taşan anılarınızın olacağı, taptaze ve unutulmaz bir yıl olsun hepimiz için…
 Kurallar koymadan bu kez ve özgürce..

13 Aralık 2011 Salı

Bir Adam..



Bir adam, hayatının dönüm noktasında her şeyi silip yeniden başlayacak güce sahip, konuşmadan da söylemek istediklerini sadece donuk bakışlarıyla anlatabilen bir adam.

Odayı aydınlatan ufak ışığın etrafındaki dönüşünü tamamlayacak az sonra. Elindeki yarısı boş bardağı masanın üzerine bırakmak için yaklaşıyor. Elleri, ne kadar da güzel… Ona ait en güzel şey belki de elleri. Işık vurdukça küçülen yeşil gözlerini devirerek anlatmıştı , “ellerini sevmelisin bir adamın en çok” susmuştu sonra. Adamın susması konuşmasından daha güzeldir çoğu zaman. Ve o hep susmayı seçerdi. En zor zamanında, nefesi konuşmaya yetmediğinde, gözleri sözlerden daha gerçek gelirdi.

Her şeyin en koyusunu seven bir adamdı. Ruhu belki çok değil ama giydikleri çoğunlukla koyu olurdu. Ellerinden sonra nesini sevmeli diye düşündüğünde, yürüyüşü denilebilir. Müzik dinlemeyi çok sevmez, iş ve ev hayatı arasında kalmaktan memnun gözükürdü çoğu zaman.

Şimdi onu neden anlatıyordu ki kadın? Üstünden asırlar dahi geçse unutulması imkânsız bir adamdı o zira. Saçları… Adam da kendinde en çok saçlarını severdi. Sarıdan kahverengiye çalan, her sıkıntısında o güzel ellerinden geçen saçları vardı. Bir de tüm yaşananları yalanlayan, içinde fırtınalara sebep olacak kadar derin, yeşil gözleri vardı. Sevmek ona göre değildi, bunu herkes zaten bilirdi. Sevmekten, bağlanmaktan, ait olmaktan korkan bir adamdı. Hayatta çoğu zaman başarısız olmuş, başarmaya çok yaklaştığındaysa bırakıp gitmişti. Korkak diyemezdik ama iç çekişlerini bile bin bir tereddütle gökyüzüne bırakan bir adamdı işte.

Ve öyle güzel kokardı ki adam. Satırlarda geçtiği gibi mükemmel bir görünüşü ve kişiliği yoktu elbet. Akşamları masasından eksik etmediği biralarıyla hayata tutunmayı seçmişti. Çoğu zaman yalnız ve sessizdi. İnsanı sarhoş eden bir sesi olduğu gerçekti. Hayata yanlış zamanda geldiğini düşündüren bir ruha sahip, ama onu dışa vurmayı hiçbir zaman başaramamış bir adamdı.

Çoğu zaman dağınık, düzenden nefret eden bir adamdı. Belki de sırf bu yüzden evlilikten korkuyordu. Bir kadınla hayatı paylaşma fikri bile itici geliyordu ona.

Tüm zıt görüşlere rağmen hayatta kalmayı başarabilmiş bir adam. Işığın etrafındaki dönüşünü tamamlayıp oturduğunda, gözleri gözlerini yakacağından emin olabileceğin kadar gerçek bir adam…

30 Eylül 2011 Cuma

Gitme

"gitme..

geçmiş zaman olursun gidince

birkaç mısra kalırsın

geleceğin ucundan

geçmez kalbimin

bir şiire tamamlanırsın"

7 Eylül 2011 Çarşamba

Adımlar Yaklaştırıyor







Söylesene bir daha ne zaman tutacaksın ellerini? Sahi, bakacak mı bir başkasının gözleri gözlerine, onun baktığı gibi.. Kim daha çok merak edecek seni? Gece yarılarında nefesin kesildiğinde, kim hayallerinden sıyrılıp nefes olacak sana?
Çok zor olacak, biliyorsun. Herkes geçti diyecek, bir çoğu seni anlıyormuş gibi dilini ısırıp konuşacak. Geçmiş zamanı değil ama yine aynı şeyleri söyleyecek. Bir el omzuna dokunup, "geçecek" diyecek.. Ama sen bileceksin, geçmeyecek. Evet, tozlanacak üzeri çiziklerle dolacak bir zaman sonra. Ellerinden geçip gidecek sıcağı.
Korkacaksın sevmelerden. Adımların hep geri duracak. Sınırlar koyacaksın insanlarla arana, bir başka tene dokunmanın hayali bile içini yakacak. Yağmurların olacak. Kalbinde ufak birikintiler olup dibe vuracaklar.
Biliyor musun, zamanla ondan gelen bu acıyı da seveceksin. Yollar tükenecek, yıllar sonra. Eskiyecek belki, ama asla geçmeyecek.
Yalnız kalmaktan değil ama yalnız kaldığında onu düşünmekten korkacaksın.
Öyleyse bir gerçek daha sana, en çok da onunla geçtiğin yerlerde attığın adımlar acıtacak canını...


Ne vakit sonra rüyadan uyanacaksın. Buz gibi soğuk bir odada, ölümle kıyaslayacaksın ayrılığı. O zaman hangisi ağır basacak bilmiyorum ama adımların seni o soğuk odaya yaklaştıracak, bundan eminim...
Hayatının tek bir yanlışla avuçlarından akıp gittiğini hissettiğin o ana benziyor şimdi her şey. Aynı ana dönüşüyor ufak ufak sesler. Gözler, gökle yer arasında kayboluyor. Bakışlardan bahsetmiyorum bile... Yollar kesişmeyeli uzun zaman olmuş.
Bir keşke dilini yokluyor, akla göğüs gerip zamana karşı duruyorsun. Cebinde ucu yırtılmış, tamamı sararmış bir fotoğraf.. "Dolunay var!" diyorsun, büyük bir coşkuyla belki de. Kimse karşılamıyor hislerini, geç fark ediyorsun.
Ah yine aynı ses yükseliyor. Gece düşüyor şehre. Yollara yapraklar sonra, bedenlere ayrı ayrı acılar bir de. Ölüm kadar soğuk mu diye düşünüyorsun bir süre. Karar çok geç açıklanmıyor kalbinde. "Evet" diyor bir ses içinden yükselerek göğe doğru, "ayrılık ölüm kadar soğuk bu mevsimde.."

11 Ağustos 2011 Perşembe

Dünya çok soğuk. Ve ben senin ellerine sarılmadığım zamanlarda, daha çok üşüyorum sevgili..

7 Ağustos 2011 Pazar

Ona her baktığında, bir şey hissetmekten "korkuyorsan" eğer, geçmiş olsun. Zaten hissetmeye başlamışsın demektir..

28 Nisan 2011 Perşembe

Ellerin Ceplerinde


Bir gün âşık olacaksın. Çok seveceksin sonra.


Avuçlarında avuçlarını hissedeceksin. Kalbinin sıcağını bileceksin. Onu gördükçe kalp atışların hızlanacak ve hatta nefesinin onunla tükendiğini düşüneceksin.

Bir gün âşık olacak, çok seveceksin. Ve sonra, çok sonra, onu kaybedeceksin. Dünya dönmekten vazgeçmeyecek. Güneşin etrafındaki dönüşleri seni etkilemeyecek belki ama bileceksin, yağmurlar daha çok yağacak artık.

Avuçlarında avuçlarının sıcağını hissetmeyi özleyeceksin sonra.

Nasıl sevmiştin onu? Saç diplerinden parmak uçlarına kadar sevmiştin. Aynaya ihtiyacın olmazdı, göz bebeklerine bakarken gözlerini görürdün zira.

Bir gün âşık olacak, çok seveceksin. Ve sonra, çok sonra, onu kaybedeceksin. Unuttun sanıp, ellerin ceplerinde yürümeye devam edeceksin. Ve hatta bir başka tene âşık olabileceğini düşüneceksin. Fakat bilmelisin, aşk insanın başına bir kez gelecek kadar özeldir. Belki şiirlere ya da filmlere konu olmayacaksın, ama sen de seveceksin. Boynundan kalbine giden uzun yolda ıslak adımlarla ilerleyeceksin. Gün geceyi kovalayacak, sen başkalarının ellerini seveceksin. Avuçları hala sıcak mı? Yüzünde senden izler var mı? Ve kalbi, o sıcacık kalbi hala delice atıyor mu? Bilmeyeceksin. Sen başka bir tende, kayboluşları arayacaksın. Hayatında olan, gittikten sonra yerine gelecek kişi için bedenine bulması imkânsız çizimler yapacak. Anlamayacaksın…

Bir gün âşık olacaksın. Çok seveceksin sonra. Dünya dönüşünü tamamladığında, avuçlarından akıp gidecek aşkı. Zaman, zamanı ellerinden alıp götürecek. Aşklara hasret kalacaksın.

Bir gün âşık olacaksın ve onu asla unutmayacaksın. Söylesene, insan gözlerine bakarak varlığını haykıran birini nasıl unutabilir?

12 Nisan 2011 Salı

İki Beden Aralığında Bir Veda



İlk kez, bir şehri aldattığımı bilmek huzur veriyor bana. Avunuyorum belki de… Yoksa yokluğunda geçen mevsimlere nasıl katlanabilirdim?


Artık gözlerim uzağı görmüyor. Yani gelsen de, ufacık damlaların içinden bana baksan da seni fark edemeyeceğim. Çok uzaktayım… Hayal gücün buralara gelmeye cesaret edemez, biliyorum. Tek başıma da değilim üstelik kalbime kulak vermeyeli çok oldu. Kuşlar çatılara konmuyor artık. Yağmur damlaları dövüyor, alışıyorum yokluğuna.

Çok su içmiyorum, turuncu balığım hala yaşıyor üstelik. Elimizin gittiği kitapları atalı çok oldu… Kızma lütfen, yatmadan önce kapıyı kilitlemeyi unuttuğum da oluyor zira.

Gün bitiyor, bir başka sabaha devriliyor. Kuşlar ötüşerek uyandırmıyor beni. Zaten onlara yem vermeyi de unutuyorum.

Uyuyup uyanıp rüyalar görüyorum. Hiçbirine uğramıyorsun sen. Sonra bir gece, cenazene geliyorum. Ellerim kan içinde, kalbimde bir sızı; pişmanlığa uyanıyorum yine. Biliyor musun, hayatımın tek keşkesi sensin. Keşke gitseydim, keşke söyleseydim, keşke anlatsaydım… Ah sevgili, keşke bu kadar çok sevmeseydim!

Her gün, bir öncekinden daha uzun geçiyor. Kimse senin gibi gülmüyor. Kalbimde bir sızı; kimse senin gibi bakmıyor. Seni son gördüğümde, uyuyor gibiydin. Ellerin karnında, nabzın atmıyordu. Neydi bu çalan, ayrılık şarkısı mı? Ah yapma sevgili, bir yerde yine karşılaşacağız nasılsa… Ben o günü bekleyerek ayakta duruyorum.

Soluklarım kesik kesik artık. Ne yemeklerde tat var, ne içtiğim şaraplarda… Radyolar bile sessizlik yüklü; kimse senin gibi uyandırmıyor beni. Sahi, uyumak ve uyanmak ne zordur bilir misin? Uyumak acı, çünkü yanımda yatan sen değilsin. Uyanmak yakıcı, çünkü yanında uyandığın ben değilim…

Ama hiç ağlamadım. Gidişinden bu yana tek damla gözyaşı dökmedim. Mevsim değişmiyor ya hani, ağlıyor işte bulutlar benim için.

Önce koltukta yapılan, uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğu gibi sensizlik. Her an yeni bir şeyle karşılaşırım heyecanını taşıyorum. Olmayınca sıkılıyor, çabuk pes ediyorum. Cam açık, gözüme toz toprak karışıyor. Ellerimi camdan dışarı uzatıyorum, parmaklarım bulutların içinden geçiyor. Bir ordu var. Kalbimi acıtıyorlar. Korkuyorum, karanlık çöküyor şehre. Öyle usulca gelip, omzuma konsa korkmayacağım belki. Ama aniden geliyor o. En az senin gidişin kadar ani oluyor her şey. Evler büyüyüp küçülüyor, kuşlar göç ediyor, yolcular tren bileti alıyor, beyaz tenli bir dilenci bozukluklarını cebine atıyor. Bir çocuk sevdiği kızı öpüyor, gözüm gözlerini görmeyeli çok oldu. Kalbime kimse yuva yapamıyor. Az önce vurulmuştu, unuttun mu? Kulelerim yıkılıyor. Ah nasıl da savunmasızım. Yaşlı bir adam, elinde yıllanmış bavulu ile biniyor trene. Dönüp ardına bakıyor; el sallayacak kimsesi kalmamış geriye… Ben olsaydım diyorum; eğer o adamın yerinde ben olsaydım. Bir Pazar günü elimde bavulum, bu şehri terk ederken dönüp son bir kez ardıma bakar ve el sallardım. Unuttuğum ismine, öptüğüm dudaklarına, bastığım topraklara, kopardığım çiçeklere ve bana seni anımsatan her şeye…

Önce koltukta yapılan, uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğu gibi sensizlik. Uzağı göremiyorum artık, ama inan değişen bir şey yok sevgili. Mavi kareli gömleğin asılı duruyor dolapta. Kahvelerimi hala şekersiz içiyorum. İsmim aynı her şeyden öte, gözlerimde hala sen varsın. Bir gün karşılaşacağız ve ben her şeyi unutacağım. Yeni demiyorum ama eskisinden daha iyi bir hayat yaşayacağız, söz veriyorum.

Ben sana bu satırları yazarken, turuncu balığım can vermiş senin aldığın akvaryumun içinde. Gece olmuş yine, kuşlar karşı evin camından bana bakıyorlar. Herkes seni bekliyor sevgili. Mavi kareli gömleğini yeniden giymeni, bir şarkı açmanı, kahve yapmanı ve dudakların titreyerek ağlarcasına bana sarılmanı bekliyor.

Sesimdeki çatlaklar mı? Sen gelince hepsi geçecek, biliyorum…

6 Mart 2011 Pazar


"Tek sahip olduğum şey sendeki anılarım. Bu anılarım güçlü ve güzel olmalı. Anlamıyor musun? Böyle hatırlanacağımı bilirsem, her şeye göğüs gerebilirim. Her şeye. Nelson, sen benim ölümsüzlüğümsün.."



Kasımda Aşk Başkadır

28 Şubat 2011 Pazartesi

bir fotoğrafa


Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

Nazım Hikmet Ran

Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı


biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni


ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

uyandım uyandım, hep seni düşündüm
yalnız seni, yalnız senin gözlerini


sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım
ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki

tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
bu böyle pek de kolay değil gerçi...


alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki


İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
yalvarırım onu okuma çarşamba günleri...

Cemal Süreya.

19 Şubat 2011 Cumartesi


Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

10 Ekim 1945 - Nazım..

18 Şubat 2011 Cuma


"seni düşünmek güzel şey,  seni düşünmek ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
fakat artık ümit yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum"

Nazım..

10 Şubat 2011 Perşembe

hayat ?


Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.
Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun.

OSHO

4 Şubat 2011 Cuma

gitmek.



Ey sevgili! Seni sevmekten ve düşlemekten asla vazgeçmedim.
Sen benim Diego Rivera’msın
Yıldızlarsın sen
Ay ve bulutlar
Haberlerdeki F16'lar
Kırmızı yatağımdaki o koca bedensin.
Çekmecemdeki son sigara
Beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin.
Bir kuş misali uçarak gitmek istediğim adamsın.
İran’sın, Suriye’sin.
Habur’da nöbet tutan askercik.
Mezepotamya’daki en vahşi kıpkırmızı gelincik.
Üzerine yattığım uçsuz bucaksız boz bir vadisin.
Marlon ve Brando’msun.
Küvetimde yatan şişman bir melek.
Sevincim acılarım tüm arzularım.
Tiyatrodaki istiklal caddesindeki eşim.
Gabriel Garcia Marquez’in son mektubusun.
Ve ben de o zorbadaki her tarafından şehvet fışkıran o şişman kadınım.

Kim uçurdu acaba kafamı?
Ben kafam olmadan da yaşarım.
Çünkü elim kolum bacaklarım var sana ulaşmak için
Ve bir de bir el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bi kalbim..

yağmur & şiir.


şiir yazdım.
saat gecenin üçü.
sabah da olabilir aslında,
pek fark etmiyor.

şiir diyorum,
dua eden çocuklar için yazdım.
sonra oturdum, dua ettim.

biri benim için de şiir yazsın istedim.
yağmur yağdı ardından,
camdan içeriye sızan damlalardan fark ettim.

kapı çalıyordu bir yandan,
ben şiir yazarken.
yağmur da yağıyordu.
ve ben her mısrada bir kez daha ölüyordum kaptan.

yağmuru ve ölümü beklerken ölmek gibiydi bu.

sonra hikaye bitti,
şiir oldu.
ben uyudum,
saat sabaha karşı beşti..

2 Şubat 2011 Çarşamba

aynı şarkı.


kayı şehir hasretiyle mesela,
zordur yeni bir güne başlamak.

bankta oturuyorduk az önce.
elleri dizlerini dövüyordu bu kez.

ve başım omzunla her buluştuğunda,
bir yeni şarkı daha yazıyorum.

keşke biraz olsun sevseydin deri koltukta sevişmeyi sevdiğin gibi beni.
kayıp geleceğimizin kulağına masallarımı fısıldıyorum.
ve sen rüya gören çocukları aniden uyandıran kötü bir anne gibisin.

şimdi hatırlıyorum da,
ben son şarkımı yazdığımda
arabanın arka koltuğunda oturuyordum
ve vedalar kalıcıydı sevgili.

bir şarkı.


ben bir şarkı yazmıştım,
elleri ellerimde
ve az önce gözleri gözlerimdeyken.

sesi boğazımı yakıyorken.
nefesi boynumu yalayıp,
dili kalbimi öperken
hep şarkı yazardım ben.

bir şarkı yazmıştım ben,
elleri ellerimde
bir çay bahçesinde otururken.

İki çay söylemiştik, demli.
Ve bardakla gelen ikişer şeker eşliğinde,
bir şarkı yazmıştım ben.

sonra ne oldu hatırlamıyorum..

26 Ocak 2011 Çarşamba

bir dün, bir bugün..



Yanlış tahminler en sevdiğim yönümü, güneyimi, sert iklimlere boyun eğen bir kuzeye çevirirken ben doğumu batıda bekliyordum. Usul usul yağan yağmur, içimdeki ölüleri diriltiyor… Bir hikâyeyi anlatırken ayağımın kaymasından korktum. Yokuş yukarı çıkarken attığım her adımda sokağın en başındaki ölü denize bakan hücrelerim, doğum sancısını hissediyordu. Nefes alırken sıkışan göğsüm ve hediye paketindeki bir çeşit hüzünle, en kederli anımı yazıyor, yaşıyordum. Bir cumartesi günü, sana mevsimin son türküsünü okumam için en ideal gün.

- Gece: Aralık ayında bir Cumartesi. Bir gece, sabahı beklerken görülen bir düş kadar kısadır uyuduğunda. Ne yaptım sorusunun istemsizce sorulduğu yegâne andır. Acıdır, kimsesiz ve çoğunlukla yorgun… Baş yastıkla buluştuğunda olur olmaz hayaller düşüverir zihne. Bir gece, yılın son cumartesisinde, aralığın son haftasında bir cumartesi… Gece henüz güneşle değiştirmişken yerini, ben nefessizce yollara yazıyordum…

- Sabah: Aralık ayında bir Pazar. Ölümü beklerken öldüğünü hissettiğin bir Pazar. Cumartesinin hemen ardından insafsızca gelip, tepeye oturan bir Pazar, yılın son pazarı üstelik. Suratsız, bir o kadar da bencil bir Pazar günü, geceden kalma hüznünü sabaha dayayıp sesinin yettiğince haykırabilirsin! Gökyüzüne, ağaçlara, yollara… Dilediğince ve sesin çıktığınca, üstelik bir o kadar da sessizce… Bir Pazar günü, içsesine ayıracağın en ideal gündür.

- Yağmur: Sessiz ve sakin gökyüzü. Bir pazartesi günü. Camın hemen sol yanındayım. Elimde kahvem, gözlerimde yol, üzerimde senin bir Cuma günü aldığın şal ve uzakları düşünüyorum… Sessiz ve sakin yağıyor yağmur. Bir yaprak düşüyor önce, sonra bir yaprak daha takvimden. Yaşlanıyorum, yaşlanıyoruz… Bir pazartesi akşamında yağmur yağıyor. Gece lacivert; an, zamanın en koyusu…

- Yeni Yıl: Bin bir umutla güne başlamak önce… Bu yıl yepyeni bir ben olmak. Uçmak mesela, arabaya binip dilediğin tonda Michael Jackson dinlemek. Sonra hayat bir de, geçen seneden ne kadar farklı, farkında mısın? Okuduğun kitaptaki karakterler değişecek evvela, ardından insanlara yüklediğin anlamlar… Acı burnunu sızlatacak, sevinçten ağlayacaksın belki de. Yeni sorumluluklar yüklenecek omzuna, hayatın soğuğuna da, yazına da katlanmayı öğreneceksin zamanla…
Senenin son günü, bir Cuma… Yeni yılın ilk günü, cumanın hemen ertesi, bir Cumartesi… Bir mevsimi kucaklayacaksın önce. Kar yağacak muhtemelen, şehir baştan aşağı bembeyaz! Belki uzakta olacaksın şehrinden, uyandığın bizim sabahımız olmayacak. Saat gece yarısını vurduğunda, camın yanında yağmur hiddetle camı aşındırırken elinde kadehinle gözyaşını bırakacaksın bir seneden geriye… Hüzünlü günlerini hatırlayacaksın onlarla… Buluşmalarını özleyecek, en sevdiğin kelimelerin diline dolanmasını sonra. Nefessiz kalacaksın belki de…
Bir Cumartesi günü yeni yılı kucaklarken, hayatı yeniden ve yeniden anlayacaksın.

Ve bugün, hayatının geri kalan ilk günü…
Tadını çıkar!

25 Ocak 2011 Salı

İstanbul Gibisin


ben sana aşıkken ve adını henüz bilmezken...
görmediğim gözlerine hayran,
duymadığım sesine aşinayken.
bilmediğim kalbini avuçlamış,
sana toz konduramamışken..
            ben sana aşıkken ve üstüne şiirler yazarken,
bilmediğim ismini, hangi kulağıma fısıldadın?
adını hangi sokağın sol köşesindeki duvara kazıdın,
                                                  İstanbul?
şimdi tüm bu bildiklerimle,
hangi sokağından dönsem kar?
gözlerin Galata,
sesin Ayasofya,
kalbin avuç içi kadar Kız Kulesi..

23 Ocak 2011 Pazar

bir şehir


bir şehri yakmak mı günah,
yoksa o şehirde yanmak mı?
sevimsiz bir şeytanın tüm iştahıyla karşında durması gibi.
sessiz ve yorgun bir şehirde,
aşklar gece yarısından sonra yaşanır.
usulca bir yaprak dalından düşüp,
toprağın canına iner.
bilmediğin türküler çalınır kulağına,
üstelik karanlık bir gölge gibi parlar ay ışığında.
caddeler perişan,
yol boyunca ismi yankılanır bir şehirde.
aslolan gitmek mi kalmak mı, sorulur.
hali vakti yerinde bir sonbaharı tek adımla terk ederken,
şehirlerin yalnızlık çeker.
burnunu buzlu cama dayayıp soğuktan titrerken,
yolu ve tüm yolculuklarını düşünür,
kışın ilk nefesini ciğerlerine doldurursun...
hafızan tenini zorlar;
bir şehri yakmak mı günahtır,
yoksa o şehirde yanmak mı?

22 Ocak 2011 Cumartesi

Bu Yıl Yine Başka Olacak!

Şehre mevsimin ilk karı düşeli çok oldu. Şimdilerde hava soğuk, rüzgâr kuzeyden dümdüz esiyor yüzümüze. Yılların eskitemediği tek şey soğuk hava dalgaları sanırım. Henüz yağmayan kardan ve olası karlı havadan daha soğuk şimdi şehir… Soğuk havalarda ne var bilirsiniz. Yoğun is kokusu, tüten bacalar, kesilen elektrikler, yağan bolca kar, köşe başlarında soğuğa aldırmadan kestane satan adamlar, içilmeye cesaret edilemeyen soğuk sular, bin bir çeşit hileyle kanına karışan hastalık ve daha niceleri… Soğuk havalarda, tarifi imkânsız bir kalabalık ve kimsesiz bir yalnızlık vardır… Üstelik bu havalar, bir yıla veda etmenin en uygun zamanıdır. Şimdi gelin, bir yılı nasıl bitirdiğimize bakalım…


Her yıl tecrübelerine bir yenisini ekler insan. Daha iyi sevmeyi, kaybetmenin acısını, sımsıkı sarılmanın değerini, bir daha asla göremeyeceği insanlara özlem duymayı, yeniden ve yeniden düşe kalka hayata tutunmayı öğretir her yıl. Hem de hiç bıkmadan, tekrar tekrar, dinlemekten asla sıkılmayacağın bir şarkıymışçasına, geçmişini diline dolayarak. Mırıldanırsın bir şarkıyı farkında olmadan, gözünü kapamakla bile silinmeyecek anıların olur zamanlar. Bir şehri kucaklamayı özlersin, yeni bir hayata başlarken. Tam da her şey yolunda gidiyor derken, hayatın raylardan çıktığına tanık olabilirsin. Hiçbir şey seni yıldırmasın, her ışık karanlığı aydınlatmak içindir zira.

...

Ömrümün en uzun ve en kısa yılını geride bırakıyorum. Ölümle ilk kez burun buruna geldiğimi hissedişim, 2010 yılının Şubat ayına denk geliyor. Kapatmakla, örtmekle ya da boyamakla asla silinmeyecek bir izim oldu hayata dair. Baktığımda hala yüzümü ekşitip, canımın daha da yanacağı korkusunu içime hapseden bir ameliyat izim oldu. Tam geçti derken, yerine yenilerinin ekleneceği sinyalini verdi bu kez hayat bana. Düşe kalka çıktığım bu yolda, bir koltuk değneğine tutunarak adım adım yeniden yürümeyi öğrendim. Acı çekmeyi ve çektirmeyi. Elinden tutup yürüyeceğim insanların sayısı azaldı zamanla, omuz omuza yıllar tüketeceğimin garantisi olan hayatlarla tanıştım. Olmaz denilen oldu, "uğrunda ölürüm" dediğim o tek dostla hayatımı yeniden birleştirdim. Kızgınlıklarla son buldu tartışmalarım, pişman olup ağladığım, sevinçten havalara uçtuğum, duygusuzca saatlerin geçmesini beklediğim zamanlar geçti ardından, uçsuz bucaksız... Şimdi olsa, belki asla cesaret edemeyeceğim şeyleri, sırf o anda istiyorum diye yaptığım bile oldu. Hayatımda en çok sevdiğim adamı kaybettim sonra, yalnızlık nedir en çok o zaman anladım. Toprak kokusu, duymadığı asla istemediklerim listesinde yerini aldı. Herkesten gizlediğim, başım yastıkla birleştiğinde azat ettiğim gözyaşlarım oldu. Yerine kimleri koydum da, sensiz bir adım gidemedim...

Yeni yıl, yeni umut demektir; böyle öğrettiler bize. Öyle de oldu çoğunlukla. 2010 yılı, sevgimin somutlaştığı ve neredeyse ölümsüzleştiği bir yıl oldu. Yeni insanlarla, ortak bir hayata başladık. Sonra yenileri ve daha yenileri geldi...

Öyle çok özledim ki birini! Yüzüne bakmaya bile değmeyecek insanlara zaman harcayıp, pişmanlıklarımı yüzüme tükürdüm. Tamamı kötü değil; hatırıma düştükçe yaşlarla güldüren anılarım birikti. Yolculuklar yaptım, bir daha asla göremeyeceğim insanlarla, aklımdan hiç silinmeyecek zamanlar geçirdim. Bavulları doldurup boşalttım, bir şehri terk etmenin acısını yaşadım. En çok da "insan" nedir diye sordum; bulduğum cevaplarımla yolumda yürüyorum şimdilerde... Yollar gittim, satırlar dizdim. Yazıp bozdum, kızıp sildim geçmişi. Yalanlarıma, yalanlarınıza lanet ettim günlerce. Hastalandım, ölümü her an içimde hissettim üstelik. Bir el tuttu elimden, "geçek" dedi; zamanla hepsi geçecek... Ve geçti de en nihayetinde, zaman tutkusuna kapılmamayı imkânsız kılacak kadar güzel ve güvenmekten korkacağın kadar sinsi bir dosttur. Tanrı'nın sıcaklığını ve ne olursa olsun daima seninle olduğunu hatırlatan yegâne varlıktır. Nefes alabildiğin her ana şükretmeni ve bir başka hayatın nefesine hükmetmeyi öğretir zaman. Anlamadan ve bilmeden yanlışlar yaparak büyürsün. Bir yılı daha devirirsin, omzunda hiç bitmeyecek yüklerin olur; hayatla baş etmenin yollarını ararsın. Çıktığın yolda kaybolmayı göze alırsan, rehberin kalbinde olacaktır. Hiç bıkmadan, attığın her adımda Tanrı'ya güvenmenin huzurunu hissedeceksin...

Bir şehri hemen ardımda bıraktıktan sonra, yepyeni bir yıla adım atmanın keyfi, tarifi imkânsızdır! Yakıcı bir şarap kokusu karşılar evvela, ardından evrene soluksuzca gönderilen iyi dilekler... Ondan geriye sayılırken ışıldayan gözlerdeki umut, bu yılın bambaşka olacağının habercisidir!

Kararlısındır, kimseyi üzmeyeceksindir bu yıl. Her şeyi oluruna bırakıp, kafana takmayacaksın. Daha çok çalışıp, daha çok gülecek... Kendine vakit ayıracak, dostlarınla hatırı kırk yıl sürecek kahveler yudumlayacaksın... Biraz kilo mu aldın ne, iyisi mi yeni yılda spora başlamalı! Olabildiğince geç yatıp, hayatı daha uzun yaşayacaksın. Yeni şehirler görecek, farklı insanlar tanıyacaksın. Hep olumlu olacak, kalemin güçlüyse hatta bir kitap yazacaksın! Öyle ya, bu yıl diğerleri gibi bambaşka olacak...



Onu ya da bunu düşünerek değil, bencilce davranarak yazıyorum bu satırları. Bu yıl hepsinden farklı olacak! Yeni yılın ilk haftalarından sıkılacağım daha. Olmuyor deyip pes edeceğim. Ama hayat devam edecek elbet. Çok şey değil, odamda takvimi yenileyeceğim. Oysa her şey kaldığı yerden devam sürüp gidecek... Belki daha çok okurum. Vakit buldukça yazacağım. Yine şehir değiştirecek, yeni insanlar tanıyacağım. Ömrümün takviminden bir yıl daha atacak, kısacası yaşlanacağım... Tecrübelerim olaylara müdahale edip, beni yanlışlardan kurtaracak. Tanrı'ya sarılacağım sımsıkı, kırmaktan korktuğum bir kalbe dokunacağım. Sevecek ve ağlayacağım. Olmadık şeylere kızıp, yine sinirleneceğim! Değişen yalnızca bir yıl, koskoca bir hayat... Yepyeni ve umut dolu bir sene bizi henüz kapıda bekleyen.

İçinizin ısındığı, sımsıcak bir yıl olsun. Başınızı yastığa koyduğunuzda hayatın muhakemesini yapacağınız, nice sanlı günleriniz geçsin. Doğruyu bulup, doğruyu yaşayın. Ne olursa olsun, hatta ne yaşarsanız yaşayın, asla pes etmeyin! Sağlık başucunuzda, sevdikleriniz hep yanınızda olsun.

...

Yeni bir yıl, yeni bir umut demektir. Bu yıl, hepsinden farklı olsun!