15 Eylül 2010 Çarşamba

Başkaları Cehennemdir..

Bu gidiş gelişler yordu seni hep…


Bir türlü yoluna girmedi bu hayat.


İsteklerin bir bir olurdu da ya sırası yanlıştı ya geç kalmıştı…

Şaşırtıyordu bu sıralama seni, yolundan ediyordu.

Darmadağın oluyordun.

Hiçbirşeyin peşinden tutkuyla gidemedin, gitmedin belki de bilmiyorum.

Uzaktan uzağa seyrederken seni hep içimde birşeyleri düğümledin…

Ağzımdan çıkacakları hep tarttım, hep hesapladım.

Kırmaktan korktum seni hep.

Zaten herşey ters bir de ben karartmak istemedim ortalığı.

Şimdi şimdi anlıyorum yanlış yapmışım…

Keşke korkmadan söyleseymişim düşündüklerimi.

Belki o zaman omuzlarındaki yükü biraz hafifletebilir, bu sıkıcı dünyanın içinde belki uçuk da olsa bir renk olabilirdim…

Siyah beyaz bir dünyaya hapsolacağını bilseydim,inan bana yapardım.

Kırmaktan da, seni kaçırmaktan da korkmazdım.

Bilemiyor işte insan.

İyi yaptığını zannediyor hep.

Zaten ne olursa hep bu yüzden olmuyor mu?

Herşey olup bittiğinde bir bakıyorsun ki; geriye senden eser kalmamış.

Başkaları hep senin için en iyisini istiyor,

hep senin adına kararlar alıyor; sen de bir başkasının hayatını yaşıyorsun.

Ama unutuyorsun; başkaları cehennemdir..



Jean Paul Sartre

Sesini Özledim, Özledim Çokk. #3

Ahmet Altan yazmış, ne güzel olmuş..

...
O sırada aklımız başka yerdedir, küçük işaretler değil, büyük altüst oluşlar aramaktayızdır, o küçük işaretin kıymetini bilmeyiz.

Sonra bir gece kaybedilmiş birinin acısıyla uyanırız.

Manasızca kaybettiğimizi anlayarak.

Çığlıklarla.

Aradığımız sevgiyi bulmuşuzdur ama bulduğumuz artık geçmişte kalmış, anıların arasına saklanmıştır, sevginin sahibi uzaklara gitmiştir.

Durrell'ın "Afrodit'in Başkaldırısı" isimli kitabındaki kahramanı gibi o korkunç soruyu sorarız:

"İnsan geçmişteki birini sevmeye başlayamaz yoksa başlayabilir mi?"

Geçmişteki birini sevebilir mi insan?

Eğer o "geçmiş" hálá belleğimizin kireçlenmiş, canlılığını kaybetmiş anıları arasında soluk alıp veriyorsa, hálá kımıldıyorsa, hálá zihnimize mızraklar gibi saplanıyorsa ve o işaretleri yeniden keşfetmek hálá canımızı acıtıyorsa, "geçmişteki" biri henüz "geçmiş" olmamış demektir.

Anılardaki işaretleri toplar, bir araya getirir, onları tek tek yerlerine yerleştirir ve karşımıza çıkan resmi yeniden sevmeye başlarız.

Ve, sorarız kendimize, "neden o zaman bu gerçeği görmedim?"

Cevap, Durrell'ın cümlelerindedir:

"O kadar bilgiden serseme dönmüş olduğum için onu olduğu gibi, yani doğal haliyle göremezdim."

Sevdiğimiz biri hakkında topladığımız bilgiler.

Çoğu zehirli olan bilgiler.

Onun hayatıyla, mazisiyle, yaptıklarıyla ilgili bilgiler, kendimizi eksik ve sevilmeye layık olmayan biri gibi görmeye yatkın zihnimizin yarattığı kuşkularla birleştiğinde, koyu sülfür dumanları gibi gözlerimizi yakar, bizi körleştirir.


Ve Cemal Süreya'nın bir şiiri de var aslında, ah o biz'lik mısraları taşıyor..

''Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni....

bir yerlerde güneş doğuyor şimdi, sessiz, soğuk.. keşke yalnız bunun için sevseydim seni..
iki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

okuduktan sonra dinle bir de:
Şebnem Ferah - Eski
Sertab Erener - Bir Damla Gözlerimde

14 Eylül 2010 Salı

Buyrun Efendim

Bugün Fenerbahçe'nin 10 numaralı oyuncusu Kaptan Alex'in doğum günü. Kutlama amacıyla spor blogumda bir yazı yazdım, okumak isteyenler buyursunlar efendim :))

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ben Hala Sessizliği Seviyorum. Ya Sen?

Seni özledim. Son birkaç aydır kendime itiraf edebildiğim tek şey bu… Seni yeniden kaleme alabilmek için üstümüzden biraz zaman geçmesini bekledim. Kelimeleri bir düzene oturtmam gerekirdi elbet. Seninle ilgili olan her şeyi çöpe atmayı göze aldım ben; hem de atamayacağımı bile bile… Ne acı ama!


Birini kaybettiğinizde ne hissedersiniz? Yok, öyle sıradan bir insandan bahsetmiyorum. Önemi büyük sizin için- diğer yarınız belki de… Ölüm değil üstelik akan kan gibi bu kez. Bilerek ama istemeyerek, hiç de elinizde olmayan bir sebeple… “Kaybetmem!” dediğinizi duyar gibiyim birçoğunuzun. Ama işler sandığınız kadar kolay yürümedi buralarda…

Kendinizden, canınızdan birini kaybettiğinizde karnınızda bir ağrı oluşur belli belirsiz. Midenize yumruk yemiş bile olabilirsiniz hayali bir 3. Kişi tarafından. Ağrı yükselir, göğüs kafesine hücum eder bu kez. Soluk kesik kesik akmaya başlar. Bir yanınızda korku da vardır aslında, kalbiniz delice atar. Ağlamak istersiniz, yaşlarınız, halleriniz, geçmişiniz ve geleceğiniz boğazınızda düğüm olur, hıçkıramazsınız! Pişman mısınız yoksa haklı mı, inan bunu anlayamazsınız. Hep bir tedirginlik olur üzerinizde, sorularınız evrenselleşir, cevaplar yalnızca ondadır; o sizden çok uzakta… Zamanla bu durumdan çok da rahatsız olmamaya başlarsınız, ortama alışırsınız. Hatta yazın bunu bir kenara, “onu unuttuğunuzu düşünürsünüz!”

Sensiz geçirdiğim zamanı anlatmayacağım. Bir üst paragraf buna açıklık getirir diye düşünüyorum. Şimdi bulunduğumuz durum hepsinden çok farklı. Bendeki yerin hala boş. Ben senden giderken, yerime kimin oturacağı zaten belliydi. Birbirimizi gerçekten kaybettiğimizi anlamam uzun zaman aldı. Bizim için akıttığım ilk gözyaşımdı bunu anlamamı sağlayan. Kıştı, soğuktu; seninle yaptığımız şeyleri bir başkasıyla yaptığını fark ettiğimde anladım. Zaten sen artık her şeyi biliyorsun. Kabul, hata benim. Her şeyin en başında, hayatımıza bir üçüncü kişiyi sokmakla yaptım ben o hatayı; seninle sonumuzu hazırladım.

Sana seni özlediğimi söylemiyorum tabii. Seninle konuştukça nasıl özlediğimi daha iyi anladım. Durmadan, “hiçbir şey eskisi gibi olmuyor artık!” diyoruz ya… Sana söyleyemiyorum ama ben eskiyi istemiyorum! Sadece seni özledim. Gerçekten, hepsi bu. Seninle eskisi gibi olabilmek hayal şimdilik, sen yolunu bulmuşken. Hayır-ağlamayacağım.

Dedim ya, bendeki yerin hala boş. Gelenler oldu, deneme süresi bile uzun sürmedi. Şimdi biri var elbet. Fakat zaten biliyorsun kimsenin senin gibi olmayacağını…

Bu satırları okur musun ya da okurken bir şey hisseder misin bilmiyorum. Sadece bu aralar canım daha çok yanıyor, itiraf etmek ne derece doğru, bundan bile emin değilim.

Seni özledim.

Aslında söylenmesi gereken tek söz bu.. Tüm yazdıklarımın karala üstünü, uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Seni özledim…

Bunları yazmam için yeterli bir sebep.

Dinle: Emre Aydın- Kimse Olmadı Senin Gibi



Ben artık kimseyi gerçekten sevmiyorum. Önemli değil hiçbirinin sözleri. Kimse beni ağlatacak kadar değerli değil artık. Çok insan tanıdım senden sonra, çoğunda seni aradım, bulduklarım da oldu üstelik. Fakat senin görmediğin ve bilmediğin öyle çok şey vardı ki… İnan eski tadı bulamıyorum hiçbir şeyde. Bir şeyler hep eksik kalıyor, inadına paramparça! Yapmam dediğimi yapıp, cümleleri bile yarım bırakıyorum bazen. Bu öyle bir boşluk ki, senin asla anlayamayacağın türden…

Hayatımı yalnızca 3 şeye odaklı tutuyorum. İçlerinde sen ya da herhangi biri yok. Uymam gereken tek bir kural var, gerisi yalnızca hissizlik benim için. “Abartıyorsun” diyebilirsin elbet. Bendeki önemini bilmiyorsun zira.

Dedim ya hayatımdaki çoğu şey değişti diye. Eski alışkanlıklarımın hiçbiri yok. Yenilerinden de bahsetmeyeceğim. Artık çabuk pes ediyorum. Yazı aralarına eklediğim ufak paragraflarım da yok. Yalnızca durum kurtarıcı sözler biriktiriyorum. Aklıma geldikçe, içim kanadıkça okuyorum onları. Kâğıtların arkasını çevirip, kendi sözlerimi yazmak alışkanlığım oldu. En sık yaptığım bu zaten. Kalem ve kâğıt almadan çıkmıyorum sokağa zaten, kendimi yalnız hissetmemek için… Ah! Yine tutamadım kendimi, çok uzattım yazımı.

İnan bilmiyorum ne diyeceğimi, emin olamıyorum. Sadece üzülüyorum işte. Bildiğin o basit ve ezici duygu.

Seni özledim.

Aklına ben geldikçe oku:

“Geçecek… Her şey geçer, hepsi geçer…”

Dinle: Sertap Erener- Bir Çaresi Bulunur

Ne diyordum? Sonra sessizlik bir de. En iyi ilaçtır derim ben. O değilde, konuşmayalı ne kadar uzun zaman olmuş..

10 Eylül 2010 Cuma

Takipte Kal

Daha çok mu okumak istiyorsun? Buraya sık uğrayamıyor mu yazarımız?
Arzu'yu takip edebileceğin daha başka adresler de var!
Bıyıksızlar'da 11 takım arkadaşıyla birlikte futbol yazıyor! Serbest Vuruş'ta kendi futbolunu anlatıyor, Adı Yok Dergisi'ne yazılarını yolluyor, futbolu bir de FenerBlog da takip ediliyor. Sen ne duruyorsun, tıkla adreslere ve takipte kal!
Yok, ben yazara daha yakın olayım diyorsan, Twitter & FriendFeed hesaplarından yakın takibe al. Hatta mail at, bizzat konuş!
Futbol & spor her türlü görüş için: kararserbestvurus@gmail.com

Haydi durma! : ))

8 Eylül 2010 Çarşamba

"Üzülmeye değmez" diyor Dünya. "Bırakıp gidenin de, gidip gelmeyenin de canı cehenneme!"



Canan Tan.

-bayram

Bayramları sevmem ben, bilirsiniz. Beş yaşımda öğrendim bayramlar’ın soğukluğunu. En güzel yanı yeni alınan kıyafetlerimdi. En cimrisinin bile o gün bonkör oluşuydu belki de. Mezarlık ziyareti sonrasında, Pierre Loti’de içilen sıcak çay da olabilir. Bayramlardan ürkmemin asıl sebebi, birilerinden ayrı olduğunuzu yüzünüze çat diye vurmasıdır. Karşı koyabileceğiniz bir ayrılık değildir bu. Yaşınızı, mezar taşına akıtabileceğinizdir yalnızca. Özlediklerinizin bir daha asla geri gelmeyeceğini, bana hep bayramlar anlattı, bana en kötüyü hep onlar öğretti.

Yarın bayram… Genelde Şeker Bayramlarının sabahında, evde tarifi imkânsız bir çikolata kokusu olur. Barış Manço’dan ‘Bugün Bayram’ şarkısını çalar babam, biz uyanalım diye. Bayramın güzel yanı yoktur aslında.

Bu sene saçlarımı kestirmeyeceğim. Hazırlanmayacağım bir başka bayrama. Yine gideceğiz mezarlığa tabii. Bu kez sıkı sıkı tutacağım toprağın elini. İçimden bir ses ‘ağla!’ diyecek, ben ağlayacağım; herkes gibi…

Bu bayram da sevdiğim tek şey, sonbahara denk gelişi. Sonbahar her zaman benim mevsimim oldu. Geçmişin geleceği örttüğü, ertelemelerden vazgeçildiği tek mevsim sonbahardır. Eğer biraz daha yazarsam, üzüleceğiz hepimiz. Bu bayram, yalnız olan herkesi ziyaret edin. Sonbaharın sahte kalabalığıyla beraber olun…

İyi bayramlar diyorum herkes gibi… Sözlerin yarıda kesileceğini, zaten herkesin aynı yöne baktığının bilinciyle. Ne diyebilirim ki? Kâğıda dökebileceğim birkaç anım olsun diye, saçlarım mesela. Uzasınlar, yine kestireceğim onları. Ben bayramları hiç sevmem zira…

arzubıcakcı

2 Eylül 2010 Perşembe

Şekersiz Kahve Kokusu

Bir sabah uyandığında yumruk olmuş elinin ağzında ne işi olduğunu düşünebilirsin. Yalpalayarak yatağından kalkıp, gecene iz arayabilirsin kimsesiz evinde. Sokak kapısı kilitli, salonun camları kapalı olmayabilir. Ellerin titreyebilir ve bir bardağı kırabilirsin umursuz. Fakat ellerin, onlar hala gecene şahit aramak isteyebilirler. Dur demek zor gelebilir ve bir avuç dolusu karanlık geceyi, yüzüne çarpabilirsin. Tüm bu ihtimalleri düşünemeyecek kadar şaşkın da olabilirsin. Gecene kattığın hüzün, gecende bıraktığın toprak ve gecenin en tatlı uykusunu bölen kahve, tüm ihtimallerini yerle bir etmeye yetebilir.

Aşinası olduğum bir ses tonuyla ağladı ve bu kez elinin aşinası olduğu raftan fincanını aldı. Kahve taneciklerinin, sıcak suyla birleşirken etrafa yaydığı kokuya alışıktı Özne. Fakat her defasında, sanki bu kokuyu ilk kez içine çekiyormuş gibi olurdu. Ne bir erkek arkadaş, ne bir dost, ne banka hesabında birikmiş bir servet, bu kokunun burun deliklerinde bıraktığı hazzı yaşatamazdı ona. Eskiden bilmediklerini öğrenebilmek için gece yarında sıcacık yatağını terk eder ve kahveyle uykusuzluğuna eşlik ederdi taze bilgileri. Fakat bir sabah uyandığında, kahvenin yüzüne bakmayacak kadar yorgun olduğunu anlayacaktı Özne. O zaman ucu kırık bir fincana ve doğası gereği sıcak bir suya bile gerek kalmayacaktı. Özne ağlayacak, kahve sıcak suyla birleşip güzel bir koku yaymayacaktı.

Geceye dönersek, yaşadıkları hiç bilmediği geleceğinin sadece gösterime hazırlanmış bir fragmanıydı. Bilmiyordu ki sıfatlarından ve tüm tanımlarından sıyrılmış olarak, yalnızca soyut haliyle ona soyunup, onu günahlarından arındırabileceğini. Bilmiyordu suyun bu kadar arındırıcı, toprağın bu kadar koruyucu ve kahvenin bu kadar sözünde durucu olduğunu…

O, bütün replikleri değiştirebilecek kadar çok seviyordu. Bilmiyordun akvaryumda birbirlerine çarparak ve suyu ikiye bölerek yüzen balıkları. Bilmiyordun eski replikleri. Ve eskinin soğuk ve küflü kokusunu. Çağırdığında hiç tereddüt etmeden sana gelebileceğini, bütün deyimlerle birlikte, bütün yasaları ve yasakları ihlal edebileceğini, sesine yeniden ihtiyacı varmışçasına, sesini duyabilmek için seni dinleyecek kadar çok sevdiğini bilmiyordun.

Bir sabah uyandığında, kahvenin nasıl taneciklerine ayrıldığını ve kokusunu salmadan, kahve fincanının kırık yanındaki sol kapıdan hemen aşağı akacağını ve bir kahvenin nasıl kırılabileceğini anlayacaksın. Belki çok geç olacak, belki de tüm bu ihtimallere ihtiyacın kalmayacak. Akla göğüs gerecek ve sanıldığından çabuk, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olacaksın… Bilmeden, anlamadan, dinlemeden, bir kahveyi kıracaksın. Artık eskisi gibi kokmayacak ve kahveler şekersiz içilecek dudak payı bırakmaksızın…

Akvaryumdaki balıklar mı? Onlar çoktan ölmüş olacak…

Adı Yok Gençlik ve Edebiyat Dergisi- 53. Sayı, Arzu Bıçakcı.