11 Nisan 2012 Çarşamba

Kadın ve Erkek



Sokağın bir ucunda ben yatıyorum, diğer ucunda o.

Aynı gökyüzüne bakıyoruz ama aldığımız nefesler bambaşka. Yalnızlığı soluyorum ben, o ise kalabalık şehrin insanlarını içine çekiyor. Karışmıyor nefeslerimiz hiçbir gökyüzünün altında.

Ben kaldırımda ağlayan çocuklar görüyorum, ellerinde kâğıt mendil… O, aynı kaldırımdaki ayakkabı seslerini işitiyor muhtemelen. Belki kahkahalar bile eşlik ediyordur.

Ellerimi uzatıyorum gökyüzüne doğru, bulutlar parmaklarımın arasından geçiyor; güneş ellerimi yakıyor. Ben geleceği düşündüğüm her an, o geçmişe dönüyor. Toz toprak içinde elleri; adımları toprağa işliyor.

Kalkıyorum yattığım yerden, önümü görmeksizin koşuyorum. O yattığı yerde doğrulup, başını kaldırıma yaslıyor. Elinde paslı bir sigara, dumanı burnunda tütüyor.

Koşmaktan yorulmuyorum ama düşünmekten koşarak kurtulamayacağımı fark ediyorum. İki sokak çıkıyor önüme, gideceğim yol hangisinden geçiyordu? Sağ oluyor yine tercihim. Sağdaki sokağa doğru koşuyorum bu kez. O, ellerine bulaşmış toprağı kot pantolonuna sürüyor, temizleniyor.

Duruyorum aniden. Öyle ani oluyor ki bu, kaldırımdaki başını bana doğru çevirdiğini anlıyorum. O an kalbimin sesini duyuyorum. Kalbimin resmi geliyor, kulaklarımdan gözlerime çıkıyor atışı. İncecik damarlarımda dolaşan kıpkırmızı kanı görüyorum; o üzülüyor yakacak bir yeni sigarasının olmadığına.

Geç oluyor ama anlıyorum gideceğim bir başka sokak daha yok artık. Denizi görüyor gözlerim, denizi özlüyor gözlerim. Duruyorum yine olduğum yerde. Yere çöküyorum, bu kez olduğumdan daha emniyetli.

Ellerini pantolonunda gezdirerek kalkıyor yattığı yerden. Göz ucuyla bakıyor, eskiden benim olduğum yere. Gözlerini kısıyor sonra. Gözleri telaşlı, gözleri aciz. Göremiyor beni orada, bulamıyor yerimi. Kaldırımda ağlayan çocuklara soruyor, çocuklarınsa tek duyduğu kaldırımda yankılanan ayakkabı sesi. 

Koşuyor sağa sola, bulamıyor beni. Anlıyor geç olduğunu, sigara içen bir adama yanaşıyor. Beni soruyor. Adam üzülüyor yakacak bir başka sigarası olmadığına.

İki sokak çıkıyor karşısına, ben hangisindeydim? Sola dönüyor. Tercihi yine soldan.
Bulamıyor beni. Geç oluyor ama anlıyor gideceği bir başka sokak daha yok artık. Martıları görüyor gözleri, martıları özlüyor gözleri. Yaslanıyor bir duvara, kendinden korkuyor bu kez; gözleri nemli.

Dönüp ardıma bakıyorum. Yollar yürüyor, yıllar geçiyorum.

Ne vakit sonra rüyadan uyandığımda, bir kâğıt ve bir kalem zorluyor dilimi. Yazmak yaşamaktır, yazıyorum. O ise sadece susuyor. Yazmak geleceğe gitmektir, yazıyorum. O dönüp geçmişine ağlıyor.

Sokağın bir ucunda ben yatıyorum, diğer ucunda o.

Ben bir kadınım, o ise bir erkek.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Tanrı Yalnız Değil



Ve belki de, asla affetmeyeceksin Tanrı’yı. Noellerde kırmızının akmadığı evlerde, soğuk sabahlara uyanacaksın. Çocuksun en nihayetinde, türlü hayallerin orta yerine kurduğun bir hayatı yaşıyorsun. Ve muhtemelen, sen yeryüzünde ağladığında, Tanrı gökyüzünden gülüyordu sana.

Nice vakit sonra öğreneceksin, Tanrı’nın sana anlatıldığı bir yüzünden, bambaşka yüzlere daha sahip olduğunu. En sevdiğin dostunu kaybetmiş gibi hissedeceksin. Bir araba kazasında, aşırı uyuşturucu alımı sonucunda, babanın işi yüzünden şehir ve dolayısıyla okul değiştirmen nedeniyle ya da başka bir sebepten dolayı. Gözyaşları ile dostuna, yani Tanrı’ya, veda ettiğinde odana gidip yeni bir başlangıç yapmayı planlayacaksın. Yatağının üzerinde, bembeyaz bir kâğıda karalanmış iki satırlık not, tüm geçmiş ve geleceğini sarsacak.
Bir daha asla, Tanrı’nın gözlerine bakarak ağlamayacaksın. Çünkü bileceksin, O, “kitaplarda” yazıldığı kadar adil değildi. Sana anlatıldı gibi yalnız da değildi üstelik. Melekler ve şeytanlar vardı, yolunda köle olmuş. Evet, belki hiç ağlamazmış ama kızdığı zamanlarda kullarını ağlatırmış; öğreneceksin. Bu ve daha nice kirli bilgi seni kolundan tutup, görülmesi mümkün olmayan şehirlere götürecek. Bir avuç dolusu yalan sunacaklar sana. Altında imzası olmayan mektuplar, hediyeler, isimsiz “kitaplar” ve bilmediğin yollara giden adresler. Tanrı’yı affetmene yetecek mi tüm bunlar; anlamayacaksın.

Ve bir daha asla altını ıslatarak uyanmayacaksın. Geçmişinin kömür kokulu Noellerine veda ettiğin günden bu yana, tek damla gözyaşı akıtmadığını fark edeceksin. Ellerini şakaklarına götürüp, parmak uçlarınla bastıracaksın. O zaman düşecek zihnine çocukluğun, kiri avuçlarından akan anıları. En son kaldırımın kenarına oturmuş, yağan karların altında soğuktan titreyerek okuyordun bir kitabı. Evet, aradan seneler geçmiş ve Tanrı’yı affetmiştin. Hafızanı zorlayan yalnızca iki satır vardı. Dostuna veda edişinin hemen ardından, yatağında bulduğun iki satırlık not… “Tanrı karşısında pes etmek, acizliktir…”

Tanrı’yı affettikten sonraki Noellerin mi? Bir daha asla soğuk sabahlara olmamıştı. Olmayacaktı da.