12 Nisan 2011 Salı

İki Beden Aralığında Bir Veda



İlk kez, bir şehri aldattığımı bilmek huzur veriyor bana. Avunuyorum belki de… Yoksa yokluğunda geçen mevsimlere nasıl katlanabilirdim?


Artık gözlerim uzağı görmüyor. Yani gelsen de, ufacık damlaların içinden bana baksan da seni fark edemeyeceğim. Çok uzaktayım… Hayal gücün buralara gelmeye cesaret edemez, biliyorum. Tek başıma da değilim üstelik kalbime kulak vermeyeli çok oldu. Kuşlar çatılara konmuyor artık. Yağmur damlaları dövüyor, alışıyorum yokluğuna.

Çok su içmiyorum, turuncu balığım hala yaşıyor üstelik. Elimizin gittiği kitapları atalı çok oldu… Kızma lütfen, yatmadan önce kapıyı kilitlemeyi unuttuğum da oluyor zira.

Gün bitiyor, bir başka sabaha devriliyor. Kuşlar ötüşerek uyandırmıyor beni. Zaten onlara yem vermeyi de unutuyorum.

Uyuyup uyanıp rüyalar görüyorum. Hiçbirine uğramıyorsun sen. Sonra bir gece, cenazene geliyorum. Ellerim kan içinde, kalbimde bir sızı; pişmanlığa uyanıyorum yine. Biliyor musun, hayatımın tek keşkesi sensin. Keşke gitseydim, keşke söyleseydim, keşke anlatsaydım… Ah sevgili, keşke bu kadar çok sevmeseydim!

Her gün, bir öncekinden daha uzun geçiyor. Kimse senin gibi gülmüyor. Kalbimde bir sızı; kimse senin gibi bakmıyor. Seni son gördüğümde, uyuyor gibiydin. Ellerin karnında, nabzın atmıyordu. Neydi bu çalan, ayrılık şarkısı mı? Ah yapma sevgili, bir yerde yine karşılaşacağız nasılsa… Ben o günü bekleyerek ayakta duruyorum.

Soluklarım kesik kesik artık. Ne yemeklerde tat var, ne içtiğim şaraplarda… Radyolar bile sessizlik yüklü; kimse senin gibi uyandırmıyor beni. Sahi, uyumak ve uyanmak ne zordur bilir misin? Uyumak acı, çünkü yanımda yatan sen değilsin. Uyanmak yakıcı, çünkü yanında uyandığın ben değilim…

Ama hiç ağlamadım. Gidişinden bu yana tek damla gözyaşı dökmedim. Mevsim değişmiyor ya hani, ağlıyor işte bulutlar benim için.

Önce koltukta yapılan, uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğu gibi sensizlik. Her an yeni bir şeyle karşılaşırım heyecanını taşıyorum. Olmayınca sıkılıyor, çabuk pes ediyorum. Cam açık, gözüme toz toprak karışıyor. Ellerimi camdan dışarı uzatıyorum, parmaklarım bulutların içinden geçiyor. Bir ordu var. Kalbimi acıtıyorlar. Korkuyorum, karanlık çöküyor şehre. Öyle usulca gelip, omzuma konsa korkmayacağım belki. Ama aniden geliyor o. En az senin gidişin kadar ani oluyor her şey. Evler büyüyüp küçülüyor, kuşlar göç ediyor, yolcular tren bileti alıyor, beyaz tenli bir dilenci bozukluklarını cebine atıyor. Bir çocuk sevdiği kızı öpüyor, gözüm gözlerini görmeyeli çok oldu. Kalbime kimse yuva yapamıyor. Az önce vurulmuştu, unuttun mu? Kulelerim yıkılıyor. Ah nasıl da savunmasızım. Yaşlı bir adam, elinde yıllanmış bavulu ile biniyor trene. Dönüp ardına bakıyor; el sallayacak kimsesi kalmamış geriye… Ben olsaydım diyorum; eğer o adamın yerinde ben olsaydım. Bir Pazar günü elimde bavulum, bu şehri terk ederken dönüp son bir kez ardıma bakar ve el sallardım. Unuttuğum ismine, öptüğüm dudaklarına, bastığım topraklara, kopardığım çiçeklere ve bana seni anımsatan her şeye…

Önce koltukta yapılan, uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğu gibi sensizlik. Uzağı göremiyorum artık, ama inan değişen bir şey yok sevgili. Mavi kareli gömleğin asılı duruyor dolapta. Kahvelerimi hala şekersiz içiyorum. İsmim aynı her şeyden öte, gözlerimde hala sen varsın. Bir gün karşılaşacağız ve ben her şeyi unutacağım. Yeni demiyorum ama eskisinden daha iyi bir hayat yaşayacağız, söz veriyorum.

Ben sana bu satırları yazarken, turuncu balığım can vermiş senin aldığın akvaryumun içinde. Gece olmuş yine, kuşlar karşı evin camından bana bakıyorlar. Herkes seni bekliyor sevgili. Mavi kareli gömleğini yeniden giymeni, bir şarkı açmanı, kahve yapmanı ve dudakların titreyerek ağlarcasına bana sarılmanı bekliyor.

Sesimdeki çatlaklar mı? Sen gelince hepsi geçecek, biliyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder