22 Nisan 2009 Çarşamba

Elveda Colm

Hiç nefes aldım mı? Hayır. Meğer ben şimdiye kadar, hiç nefes almamışım... Tanrı aşkına! Nasıl başardım yaşamayı? Kokunla... Evet, evet... Yanlış duymadın! Senin kokunla... Burnum. O hala sağlam. Ve hala yerinde. Hatırlıyor musun? En son seni duymamak adına kulağımı değil de, burnumu çıkartmıştım yerinden. Nasıl başardım bilmiyorum.
Şimdi başlıyoruz...
—Derin bir soluk çek. Ver. İçine çek. Ver.
Uzun süredir soluk alıp veriyorum da sağ olsun Doktor Hanımın benimle ilgilendiği yok. Yine çıkarttım burnumu. Öf! Anlaşılan kulak-burun-boğazda işim yok benim... Derhal çıkmalıyım...
Nefes. Nefes. Nefes. Tanrım! Ciğerlerim kendine geldi nihayet. Ne girdap sokaklar aşmıştım. Hem de burnum olmadan! Ya, bu benim suçum mu? Yani, konuşamamak. Dilim yok ki benim. Zaten burnumda gerçek değil. Kulaklarım ise, duyma eylemini çoktan unutmuş. Gördüğün gibiyim. Yalnız ellerim, gözlerim ve kalemlerim var. Var! Var! Ya sende onlar var mı? Sahi, sen yazmayı biliyor musun? Evet. Tam da düşündüğüm gibi. Sen okumayı da bilmiyorsundur şimdi. İşimiz var desene!
İşte hayat! Yokuşun sonunda nefes nefese kalmış bedenler gibi, özgürce hayat! Yaşamak! Yaşamalıyım da mesela şeytanları uzak tutmalıyım kendimden. Ya da kendimi uzak tutmalıyım benden. Ben şeytan mıyım? Ben değilim. Ama...
Üşüyorum. Gidelim buradan Colm. Lütfeen! Çok... Soğuk... Colm! Burası çok soğuk... Gidelim! Lütfen...
—Tanrım! Gözlerin!
—Ne olmuş gözlerime?
—Düşüyorlar...
—Colm...
-...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder