18 Kasım 2009 Çarşamba

Kırk Yılda Bir


Kirpiklerim nemlendi, henüz yağan kuru yağmurdan. Enkaz altında bulundu cesedim. Belki bir deri, bir de kemiktim. Sense kırk yılda bir gibiydin. Hani kalırdı kahvenin tadı kırk yıl hatırda. Ya da küsmesin diye fincan, bırakılırdı ya dudak payı… Sense böyle bir geçmişten iz gibiydin. Derin bir iz gibi geçendin geçmişimden.
Protokolden izledim dün hayatımı. Hem de ilk kez… Ölüm anımı anlatıyor beceriksiz sunucu. Ve tabii ölüm aletlerimi… Ölümün getirilerinden bahsediyor konuk sunucu. Ve yandaşları. Oysa ben her şeyi göze alarak sildim yaşamı karelerden. Ve yeniden dizdim kareleri, kuş tüyünden ipliğe…
Görünmez bir acının bedende dolanma süresini hesaplamak, bu kez payıma düşen. Oysa sen gece yarısı güneşi gibi yakıyorsun parmak uçlarımı. Bense hala gitmekten bahsediyorum! Nasıl gidebilirim ki? Ezilmiş ruhumu karıncalara teslim edip, nasıl baş kaldırabilirim hayata? Üstelik bugün suda boğuldu nefeslerimiz. Kalp atışlarımdaki ritmiksel bozukluğu düzene koyup, kaldığım yerden devam ettim kıvranışa. Acı diyordum en son. Bedende acı. Hem de en derinden.
Protokolden izledim dün hayatımı. Hem de ilk kez… Konuk bir ruh gibi kurulduğum köşemden kalkıp, suda boğdum nefeslerimizi. Hem de gözyaşımı akıtıp, kirpiklerimi nemlendirerek. Ve ölü bir sonbahara teslim ettim yazımı. Gereksiz bir kuşkuydu belki de. Sebepsiz, yersiz ve faydasız bir kuşku… Ama kesinlikle seni andıran bir neşeyle doluydu bavulum. Üzerinde vatanımdan emanet pul, içinde kalemimden sana mektup. Ve derde derman, aşka âşık hikâyeler…
Aldandım bugün. Sararmış bir gazete kâğıdına, eskimiş bir koltuğa, unutulmuş bir kitaba ve nemlenmiş kirpiklerime. Henüz gece yarısı güneşi dolmamışken içime, sonbaharda seni hatırlıyorum. Gözümdeki bir tutam ıslaklığı siliyor ve kaçıyorum senden, mevsim mevsim.
Bugün sonbahar. Bugün yolun sonu. Bugün belki de yolun başı. Ama ben ne yazdayım, ne kışta. Gönlümün baharında, sarı yapraklardanım. Ve pür neşe telaş ile yetişmeye çalışıyorum kaçırdıklarıma.
Avluda parmak arası sohbetler ve içimde, güz sancısı. Daha söz vermem bahara, aleve… Güneşin ardında, karın ötesinde ve sarı yaprakların tam ortasında, bir güz sancısından kalmayım… Sense ömrümün kırk yılında bir, alnıma düşen bir tutam saç gibisin. Hani geç kalmış bir hediyenin öncüsü. Ve sararıp solmuş aşkların cellâdı.
Şimdi bundan bilmem kaç yıl sonra, kalp ağrılarında bir güz sancısıyım. Sense geçerken kapımı tıklatan bir komşunun kahvesi gibi, kırk yılda bir gibisin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder