2 Eylül 2010 Perşembe

Şekersiz Kahve Kokusu

Bir sabah uyandığında yumruk olmuş elinin ağzında ne işi olduğunu düşünebilirsin. Yalpalayarak yatağından kalkıp, gecene iz arayabilirsin kimsesiz evinde. Sokak kapısı kilitli, salonun camları kapalı olmayabilir. Ellerin titreyebilir ve bir bardağı kırabilirsin umursuz. Fakat ellerin, onlar hala gecene şahit aramak isteyebilirler. Dur demek zor gelebilir ve bir avuç dolusu karanlık geceyi, yüzüne çarpabilirsin. Tüm bu ihtimalleri düşünemeyecek kadar şaşkın da olabilirsin. Gecene kattığın hüzün, gecende bıraktığın toprak ve gecenin en tatlı uykusunu bölen kahve, tüm ihtimallerini yerle bir etmeye yetebilir.

Aşinası olduğum bir ses tonuyla ağladı ve bu kez elinin aşinası olduğu raftan fincanını aldı. Kahve taneciklerinin, sıcak suyla birleşirken etrafa yaydığı kokuya alışıktı Özne. Fakat her defasında, sanki bu kokuyu ilk kez içine çekiyormuş gibi olurdu. Ne bir erkek arkadaş, ne bir dost, ne banka hesabında birikmiş bir servet, bu kokunun burun deliklerinde bıraktığı hazzı yaşatamazdı ona. Eskiden bilmediklerini öğrenebilmek için gece yarında sıcacık yatağını terk eder ve kahveyle uykusuzluğuna eşlik ederdi taze bilgileri. Fakat bir sabah uyandığında, kahvenin yüzüne bakmayacak kadar yorgun olduğunu anlayacaktı Özne. O zaman ucu kırık bir fincana ve doğası gereği sıcak bir suya bile gerek kalmayacaktı. Özne ağlayacak, kahve sıcak suyla birleşip güzel bir koku yaymayacaktı.

Geceye dönersek, yaşadıkları hiç bilmediği geleceğinin sadece gösterime hazırlanmış bir fragmanıydı. Bilmiyordu ki sıfatlarından ve tüm tanımlarından sıyrılmış olarak, yalnızca soyut haliyle ona soyunup, onu günahlarından arındırabileceğini. Bilmiyordu suyun bu kadar arındırıcı, toprağın bu kadar koruyucu ve kahvenin bu kadar sözünde durucu olduğunu…

O, bütün replikleri değiştirebilecek kadar çok seviyordu. Bilmiyordun akvaryumda birbirlerine çarparak ve suyu ikiye bölerek yüzen balıkları. Bilmiyordun eski replikleri. Ve eskinin soğuk ve küflü kokusunu. Çağırdığında hiç tereddüt etmeden sana gelebileceğini, bütün deyimlerle birlikte, bütün yasaları ve yasakları ihlal edebileceğini, sesine yeniden ihtiyacı varmışçasına, sesini duyabilmek için seni dinleyecek kadar çok sevdiğini bilmiyordun.

Bir sabah uyandığında, kahvenin nasıl taneciklerine ayrıldığını ve kokusunu salmadan, kahve fincanının kırık yanındaki sol kapıdan hemen aşağı akacağını ve bir kahvenin nasıl kırılabileceğini anlayacaksın. Belki çok geç olacak, belki de tüm bu ihtimallere ihtiyacın kalmayacak. Akla göğüs gerecek ve sanıldığından çabuk, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olacaksın… Bilmeden, anlamadan, dinlemeden, bir kahveyi kıracaksın. Artık eskisi gibi kokmayacak ve kahveler şekersiz içilecek dudak payı bırakmaksızın…

Akvaryumdaki balıklar mı? Onlar çoktan ölmüş olacak…

Adı Yok Gençlik ve Edebiyat Dergisi- 53. Sayı, Arzu Bıçakcı.

1 yorum: